Günlerden bir gün, zamanın ünlü bir bilgesi hükümdarın sarayının kapısına gelmiş. Muhafızların hiçbirisi saygıları nedeniyle onu durdurmaya çalışmamışlar. Bilge sonunda hükümdarın tahtında oturduğu odaya girmiş. Ziyaretçisini hemen tanıyan kral saygıyla ayağa kalkıp sormuş…

Ne istiyorsun? Sana nasıl yardımcı olabilirim?”

Bu handa uyuyacak bir yer istiyorum.” cevabını vermiş bilge.

Ama burası han değil ki” demiş kral hafif kızgınlıkla, “benim sarayım”

Sorabilir miyim: Senden önce bu sarayda kim yaşıyordu?”

Babam. O öldü ama.”

Ondan önce kim yaşıyordu?”

Büyükbabam. O da öldü.”

O zaman burası insanların kısa bir süreliğine gelip kaldığı, sonra da terk edip gittiği bir yer demek ki. Neden o zaman ona han demeyelim?”

En çok unuttuğumuz şey hayatta. Yolcu olduğumuz…

Yolcu olarak gittiğimiz yerde her şeyin geçici olduğunu bildiğimiz için çok fazla yerleşmeyiz. Bulunduğumuz yerdeki eşyaları, yaşadığımız ortamı sahiplenmeyiz. Belli bir süre için oradayızdır. Ve süremiz bittiğinde terk edeceğimizi biliriz. Kalıcı olduğumuz hissiyatı belki de insan olarak bizlerin hayatımızdaki en büyük hatamız ve yanılgımız olarak karşımıza çıkar…

Ne bizler ne de bizden sonraki kuşaklar, çocuklarımız kalıcı hayatta. Ömrümüz yettiğince kaldığımız bir han ise bu hayat, o zaman sonsuza kadar kalacakmış gibi sahiplenmek ne kadar anlamlı?

Koşturduğumuz hayata bir anlığına mola verelim ve hepimizin öleceğimiz zamanı bildiğimizi varsayalım. Sahiplenmek için birbirimizi kestiğimiz mal mülk, isimlerimizin önünde yer alması için birbirimizi kırdığımız ünvanlar ne kadar anlamlı olurdu… Öleceğimiz zamanı bilsek hala bunlar için aynı şekilde davranır mıydık? Yoksa daha fazla huzur, mutluluk, paylaşım ve anılar için mi yaşamayı tercih ederdik…

Yolcu olmak ve yolcular üzerine bunları düşünürken içinde kaldığımız “han”a ne kadar bakıyoruz? Hayatımızı geçirdiğimiz evlerimize gösterdiğimiz özenin ne kadarını sokağımıza, yakın ve uzak çevremize gösterdiğimizi düşününce; insan ister istemez belki de herkesin içten içe yolcu olduğunun farkında olduğu düşüncesine kapılıyor.

Dünyamıza verdiğimiz özenin eksikliği, ister istemez bizlerin dünyaya gelip geçici han muamelesi yaptığını düşündürüyor. Bu da sahip olmak için çatıştığımız şeyler ile dünyaya verdiğimiz hasar arasındaki büyük tezadı ortaya çıkarıyor. Eğer bunca malı ve itibarı çocuklarımıza miras bırakmak için elde etmeye çalışıyorsak ve en büyük mirasın aslında yaşanabilir bir dünya olduğunun farkında değilsek çok yazık gerçekten bize…