Bir eski ev alıyorsunuz, ancak içine para harcamanız gerek. Çünkü satın aldığınız adam evi hor kullanmış, her yan kırık dökük! Bakım gerek, tamir gerek. Bismillah deyip her alandan ustalar çağırıyorsunuz. Pazarlıktı, başladı başlayacak derken, işe giriştiğinize ilerleyen zaman diliminde bin pişman oluyorsunuz.

Çünkü harcadığınız para bini geçmiş. Sıfırdan arsa alıp yapsan daha ucuza mal ederdin, usta-çıraklarla cebelleş olmaz, inşaat sektöründe çalışanlar sizi ananızdan doğduğuna pişman ederken, illallah deseniz de artık iş işten geçmiş demektir.

Bu, paranla rezil olduğunun resmidir, belgesidir.

*

Sıfırdan arsa alıp başlasan, hem kafan rahat edecek, hem sinir katsayıların artmayacak, hem boyacıydı, sıvacıydı, kalıpçıydı, kartonpiyerciydi vs gibi aldığı işi başkalarına yükleyen, senin sırtından para kazanan yani 10 liraya aldığı işi mesleğin ehli dahi olmayan taşerona 5 liraya satan, avantadan, yorulmadan, elini soğuk sudan sıcak suya değdirmeden sırtından para kazanan cambazlarla karşı karşıya kalmazdın.

Üstelik de bu kadar masrafa, israfa boğulmayacaktın! Kredi bile çektin belki. Çünkü bu kadar masrafa boğulacağını bilemedin, düşünemedin belki de…

Faydası yok…

Giriştin bir kere, katlanacaksın.

Senin noksan yanın, işi bilmemek. Bilenlere de danışmıyorsun, üç kuruluk parana güvenip ‘ben bu evi yeniden abad ederim!’ havasına bürünüp, kendince proje geliştirsen de, yanında yönünde işi bilen olmadığından, sözüm ona danıştığın, fikrini aldığın kimselerin de bu bezlerde tarağı olmadığından, kabağın büyüğü sana düşüyor.

O zaman, illallah desen de, pişman olsan da, kabahatin çoğu sende be dostum, yiyemeyeceğin yemeğin başına, yani sofraya oturmayacaktın!

*

Bir kere ev mirasçı malıydı. (1 milyon 200 bin mirasçısı vardı o evin) Şimdi enkazdan aldığın evi lüks villaya çevirsen, öteden beriden çatlak sesler yükselecek, kötü körez eve dudak bükenler, burun kıvıranlar, yaptırdığın ve masraf ettiğin eve göz dikecekler.

Kargaya kanarya gözüyle bakacaklar!

*

Tabi sen de işe başlayınca, köhne evi yeniden inşa etmeye, güzelleştirmeye çalışınca, işi bilenlere de danışmayıp, bildiğini zannedenlerle yola çıkınca, yüzüne gözüne bulaştırdın, üstelik de evin asıl sahibine kötü söylemeye, beddua etmeye başladığın yetmiyormuş gibi, ‘Ben enkaz, yıkılmak üzere ev aldım, ama masraf ettim, dünyanın parasını harcadım!’ diyeceksin de,  dikine dikine gittiğin için, bilenlerle yola çıkmadığın için, kendi memleketinde boyacı, sıvacı, kartonpiyerci, kalıpçı olduğu halde, başka yerlerden adam getirirsen, saçını da yolarsın, başını da…

O zaman sana, “Görmüyor muydun, bilmiyor muydun! Gelmeseydin, almasaydın!” diyeceklerini bile bile giriştin inşaat işine!

‘Eyvah! Ben ne yaptım da bu hale düştüm!’ diye inim inim inlersin sonra.

*

Yukarıda da söyledim ya, ki her zaman söylerim, yazarım, tamir etmesini bilmiyorsan, bozmayacaksın! Bozuyorsan da ki öyle, tamir etmesini bileceksin.

Hani, saçında tek tel dahi olmayan kel adam berbere gitmiş, berber de, ‘Saçın nasıl olsun!’ diye sorduğunda, dazlak adam, ‘Bırak! Dağınık kalsın!’ demiş ya, seninki de o hesap be koçum!

Senden sonra gelecek belki bu işlerden anlar da…