Mevcut durumumuzu anlamak için kanaatimce moderniteyi ve çağdaşlaşma çabalarının anlamak gerekir. Bu Osmanlının neden yıkıldığının ve Cumhuriyet döneminde modernleşme konusunda neler yapıldığı gibi sorulara da cevap vermemizi sağlar.

Yeni bir kitap yazımı için kaynak taraması yaparken başlıktaki soruya cevap olacak bir yazı yazma fikri doğdu. İnsan bazı tarihi bilgilere ulaşınca hayretten hayrete düşüyor. İster istemez eski dönemin insanları mı dönemin imkânlarına göre çok ilerideler, yoksa biz mi çağımıza göre daha ilerideyiz sorusu akla geliyor. Bazen bu insanların, dönemlerinin şartlarında çok ama çok ileride işler yaptığı düşüncesine kapılıyor insan.

Konunun anlaşılması için Osmanlı’nın son döneminde bir bağ zararlısı olan filoksera ile mücadele konusuna bakalım.

Filoksera

Bağ filokserası (İng. Phylloxerans), asmada beslenen, yaprak ve köklerde urlar oluşturan türleri içeren bir zararlıdır.  Amerika’da 1856’da zararı belirlenen filoksera, önce Fransa’ya oradan da tüm Avrupa’ya yayılmıştır.

Osmanlı Devletinden 1875 yılında filokseralı asma çubuklarının ülkeye getirilmesini yasaklamıştır.

Filokseranın Fransa’da salgın haline dönüşmesi üzerine, Avrupalı devletler, 1877’de Lozan’da asma kurdu ile mücadele yöntemlerinin tartışılacağı uluslararası bir kongre düzenlediler. Osmanlı Devleti’nin resmen üye olmamasına rağmen gözlemci gönderdi.

Osmanlıda Filoksera ilk olarak 1880 yılında Edirne’nin Çatalca bölgesindeki bağlarda görüldü.

1880’de filokseralı bir bölgeden başka bir bölgeye yapılacak dahilî nakliyatını yasaklayan bir nizamnâme kabul edildi.

Bu yıl Ticaret ve Ziraat Müsteşarı başkanlığında Filoksera Heyeti kuruldu. Tüm bunlara rağmen Osmanlı Devleti 1886’ya kadar filokseranın varlığını resmen kabul etmemiştir.

Zararın büyüklüğü

Osmanlı devletinde çok geçmeden bağlarda filokseranın hızla yayılması ile üzüm hasılatı hızla düşmeye başladı. Aydın vilayetinde 1885-1902 yılları arasında vilâyet sınırlarındaki 20 kazada toplam 762.000 dönüm bağın 550.000 dönümü (yaklaşık %70-75’i) filoksera nedeniyle tamamen tahrip olmuştur.

İlk mücadele

Filokseraya karşı mücadelede o zamana kadar Avrupa’da denenmiş üç yöntem vardı. Bunlardan ilki, asma köklerinin kireç ve zift ile badana edilmesi (Balbiani usulü). İkinci yöntem, köklerin belli bir seviyeye kadar ve 40-50 gün süreyle suya bastırılmasıydı. Üçüncü yöntem, asmaların köklerine karbon di sülfür veya sülfür ile potasyum karbonat karışımının kullanımıydı.

Osmanlı yönetimi karbon di sülfür, potasyum karbonat, zift ve kireç karışımı kimyasalları kullanarak zararı önlemeye çalışmıştır. Ancak Dünyada olduğu gibi Osmanlı yönetimi de bağlarda bu yöntemler ile  etkili sonuçlar elde edememişti.

Sonraları yerli asmaların Amerikan asmalarına aşılanması fikri ortaya çıktı. 1880 sonrasında Fransa’da aşılama ve Amerikan asma fidanlıkları kurulmasına giderek hız verildi.

Osmanlı Devleti’nde de çok geçmeden asıl çözümün yerli çeşitlerin Amerikan asmalarına aşılanması ile sağlanabileceği kanaati oluştu. Bunun Amerikan asma fidanlıkları kurulması için 1889’da kapsamlı bir çalışma başlatıldı. Bunun için öncelikle İstanbul, ardından İzmir Karşıyaka, Urla ve Seydiköy ile Manisa’da fidanlıklar kuruldu. Bu tarihe kadar Osmanlı topraklarında açılan Amerikan asma fidanlıklarının sayısı beşe ulaşmıştı. Asma fidanlıklarında yetiştirilen fidanlar isteyen bağcılara ücretsiz dağıtılmıştır.

Teknik eleman yetiştirme çalışmalarına da önem verilmiştir. Bağcılara aşılamanın öğretilmesi için kurulan bir aşı mektebi de faaliyete geçirildi. 1900 yılında Seydiköy Numune Çiftliği’nin bir parçası olarak Aşı Ameliyât Mektebi hizmete girdi.

1911’de yeni bir Filoksera Kanunu çıkarıldı.  

Özetlediğimiz süreç; Osmanlı’nın batıdaki gelişmeleri kısa süreli gecikmeyle de olsa takip ettiğini göstermektedir. O halde,  neden yıkıldı? Bunu başka bir yazıda değerlendirelim.