Maraş İstiklâl Harbinin 100. Yılını idrâk etmekteyiz. Harbin en dehşetli sahnelerinden olan “Kaç Kaç” muhacereti üzerine şimdiye kadar ciddi bir çalışma yapılmadı. Oysa bu hadise öncesi ve sonrasıyla başta belgeselleri olmak üzere çok sayıda çalışma yapılacak ehemmiyette bir mevzudur.

                Kısaca hatırlayacak olursak “Kaç Kaç” dediğimiz dramatik hadise; savaş sırasında şehrin sivil ahalisinin doğu ve batı/kuzeybatı istikametinde yaptıkları geçici hicret hareketidir.

22 gün geceli gündüzlü çok şiddetli bir şekilde cereyan eden savaşın en büyük mağdurları sivilleri oluyordu. Her taraf harp sahası olmuş, Fransızların yoğun topçu atışları ve yangınlar sivil halkın hayatını güçleştirmişti. Artık dayanılmaz hale gelen süreç neticesinde, 29 Ocak’tan itibaren “Kaç Kaç” hadiseleri de başlar.

8 Şubat’ta Albay Norman’ın şehre ulaşıp Mercimek Tepe’yi ele geçirmesiyle, Kışla-Mercimek Tepe istikametlerinden iki ateş arasında kalan Maraş düşme tehlikesi yaşar. Son dört gün yüreklerin ağza geldiği, şehrin gidip-geldiği bir süreçtir. İşte bu tarihten itibaren “Kaç Kaç” da yoğunluk kazanır. Fransız ve Ermenilerin yoğun ateşine ve kayıplara rağmen şehir adeta sivilden boşalır. Şehrin düşmesi halinde Ermenilerin şehirde canlı bir tek insan bırakmayacağı aşikârdır!

Doğu’da; Göllü-Kerhan-Gafarlı istikametinden Bertiz’e, Yusuf Hacılı-Peynirdere istikâmetinden Bulanık’a, Batı’da; Kazma bağları ve hatta Göksun’a kadar uzanan bir hicret yolu… Binlerce insan kimi hayvan sırtında, kimi yayan yapıldak dondurucu soğuk ve rüzgâr altında bembeyaz karlara bata çıka dağlık alanlara hicret etti. Çok sayıda insanımız bembeyaz karların içinde son nefesini verdi. Vefat eden çocuk ve bebeklerin bıraktıkları acılar hiç sönmeyen yürek yangınlarına sebep oldu.

Kaç Kaç’a ait sayısız hikâye, dram ve anı bir asırdır varlığını sürdürdü. Çoğu da yazıya geçirilmediği için unutulup gitti. Bir tarihçi olarak bu şehre ve onun hatıralarına karşı sorumluluğumu yerine getirebilme duygusu içerisinde, Kaç Kaç’ta hayata tutunmuş iki bebeğin hatırasını bu yazıyla beraber literatüre kazandırmış oluyoruz. 

                İlki ninem merhum Hatice Feride Kanadıkırık…

                Ninem harpte yaklaşık 6 aylık bir kundak bebeğidir. Babası Ali Hoca, Evliya Efendinin girişimiyle 17 Aralık’ta Fransız makamlarına verilen protesto metnine imza koyan 447 insandan biridir. Harbin son günlerindeki “Kaç Kaç” kafilelerine katılırlar.

Anne Şerife Hanım kendisinin ve büyük yaştaki çocuklarının elbiselerine iç cepler diker. Bu ceplere avuç avuç bulgur, pirinç, mercimek, nohut gibi kuru erzak vs. doldurulur. Elde mevcut olan madeni paralar da kuşaklar arasına yerleştirilir. Vücut ağırlıkları iyice artmıştır. 10 yaşlarındaki ağabeyin de omzuna dolma tüfek ve fişekler asılır.  

Muhtemelen Kaledibi-Devecili istikametinden geçilerek Kazma bağlarına doğru yol alınır. Ninem, annesi Şerife Hanımın kucağındadır. Zaten üzerindeki malzemelerle bir hayli ağırlaşmış olduğundan bir müddet sonra yokuş yukarı bebeği taşımakta zorlanmaya başlar. Ninemi bacısının kollarına bırakır ve kafile yola devam eder.

Bir müddet sonra iyice yorulan teyze de ninemi evde hizmet görmekte olan bir kızcağıza emanet eder. Ancak can derdi bu… Yolda düşüp kalanlar eksik olmadığı gibi, her an bir düşman müfrezesiyle karşılaşma tehlikesi de yürekleri ağza getirmektedir. Bu kızcağız bir müddet sonra kafilenin hafif arkasında kalıp, kimseye fark ettirmeden sessizce ninemi yol üzerindeki karlara bırakarak ölüme terk eder…

Ancak arkadan ikinci bir kafile daha gelmektedir. Kafile yol kenarında kundak içinde bırakılmış ninemi fark eder. Kafilenin içinde omzuna astığı dolma tüfeğin namlusu yere değen 10 yaşındaki ağabeyi Halil de vardır. Ninemi kundağının renginden tanır.  “Bu benim kardeşim” diye atılır. Ninemin hayatı kurtulmuştur… 

Halil, bebeği kucaklar ve hızlı adımlarla öndeki kafileye yetişir. “Anne bebeğimizi niye kara attınız” diye çıkışınca, hizmetli genç kızcağız; “Ne yapayım, canımın derdine düştüm” der…

Karlar içinde ölüme terkedilen ninem, harbin en küçük gazilerinden biri olarak çok uzun yıllar yaşadı. Zaman zaman bu hadiseyi tafsilatıyla anlatırdı. Kardeşlerinden daha uzun bir ömür yaşayıp, 2006 yılında 87 yaşında hakkın rahmetine kavuştu.

İkinci bebeğimiz ise Sanat Tarihçisi Mustafa Değirmenci Beyin dedesi Ökkeş Çavuş…

Mustafa Beyin babası Muzaffer amcadan Ökkeş Çavuş’un hikâyesini sorduk. Sağ olsun bizi kırmadı ve babasından dinlediklerini bize aktardı.

Harbin son günleridir. Ökkeş Çavuş, “Kaç Kaç”ta doğu cephesinde ailesinin kucağında hicret eden küçük bir kundak bebeğidir. Göç kafilesi Yusuf Hacılı’yı geçerek Dereköy’e yönelir. Dereköy’de akrabaları vardır. Karlar içinde ve korkunç soğuk altında ilerlemeye çalışılmaktadır.

Muzaffer amcanın anlattığına göre Ökkeş’in hemen ardından bir kardeşi daha dünyaya gelmiş ve anne ikisine birden süt vermektedir. Eskiden Maraş’ta çocuklar yaklaşık 2 yaşına kadar kundağa sarılırdı. Demek ki Ökkeş de 1 yaşını henüz doldurmuştu. Ökkeş’e annesinin sütü dokunmuş ve ishal olmuş yarı ölü bir vaziyettedir. Yusuf Hacılı ile Peynirdere arasında bir yere geldiklerinde (Hacı Osman Arıkan Zeytinliği mevkii) anne ve babası Ökkeş’i bir siyecin içine saklarlar. Düşmanın vahşeti ve harbin dehşeti, anne-babaların aklını felce uğratarak, nice bebeğin yaradana emanet edilip terkedildiği çok acı görüntülere sahne oluyordu.   

Peynirdere ile Bulanık arasında kalan Çileşeler mevkiine geldiklerinde amca Hacı; Ökkeş bebeğin olmadığı fark eder. Ökkeş’i sorar. “Çocuk çok hastaydı, ishaldi, yarı canlı bir halde zaten ölmek üzereydi. O yüzden orada bıraktık” derler. Amca öfkelenir; “Bre çocuk ölmeden ölüme terk edilir mi, gidin bulup getirin”  der. Hemen gerisin geri giderek Ökkeş bebeği karlar içinde sağ olarak bulup getirirler. Ökkeş bebek iyileşir. Allah ona uzun bir ömür ve servet verir. Uzun ömründe çok hayır hasenat yapar ve tüm kardeşlerinden de uzun ve varlıklı bir hayat sürer. Ömrü boyu amcasına minnettarlığını dile getirir ve 86 yaşında hakkın rahmetine kavuşur.

Kaç Kaç’ta sayısız hikâye ve dram yaşandı. Karlar içinde ve ayaklar altında çok sayıda çocuk ve bebek vefat etti. Kundakları kefenleri, bembeyaz karlar mezarları oldu. Onlar harbin en küçük şehidleri oldular. Hatice Feride Kanadıkırık ve Ökkeş Değirmenci ise karlar içinden alınıp, hayata tutunan en küçük gaziler olarak savaşın izlerinin canlı şahitleri oldular. Bu yaşanmışlıklar, anlatılamayan ve kayda geçirilemeyen diğer dramların da birer şahidi durumundadır… Tüm İstiklâl harbi şehid ve gazilerimizi rahmetle yâd ediyoruz.

Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.