Geçtiğimiz 8 Eylül Salı günü yine belediye meclis toplantısı sonrası Mahmud Toğuz Beyle bir araya gelme imkânımız oldu. Babası merhum Gazi Arslan Bey üzerine yeni şeyler öğrenmek üzere sohbetimize başladık.

                Trablusşam’daki görevinden başladık.

Cihan Harbi sırasına görev yaptığı Trablusşam, Beyrut vilayetine bağlı olduğu için Beyrut’un öşür vergisini toplama işi Arslan Beye verilir. Amaç bölge çiftçileriyle yakın bağlantı kurmasına imkân sağlamak. Zaten kendisi bölgenin “Sahil Casusu” diye anılıyor.

                Onun meşhur bir yemini var. Mondros sonrasında ettiği bu yemin Mahmud Beyin de hafızasına kazınmış durumda:

                “Ülkemin bana ihtiyacı olduğunda kimseden emir ve izin almadan harekete geçeceğim!”  Bu, kesinlikle bir teşkilât yemini!

Tüm bildiklerimizi yeniden değerlendirmemizi zorunlu kılan yepyeni bir bilgi ise Arslan Beyin İngiliz işgali döneminde Maraş’a birkaç kez gelip gitmiş olması. Maraş’a geldiğinde en çok Ermeni mahallelerini dolaşmış, gözlemler yapmış. Hiç Türkçe konuşmamış, sorulara hep Arapça cevap vermiş. Muhtemelen bir Arap tüccar kılığında gelip gitti. Tüccarlar tarihten beri en iyi istihbarat toplayıcılarıdır.

Görünen o ki Arslan Bey daha o günlerde Maraş istiklal Harbinin stratejik planlarını belirlemeye başlamış. Bu süreçte başta Şeyh Ali Sezai Efendi, Şehid Evliya Efendi ve Muallim Hayrullah Bey gibi şahsiyetlerle bir dizi görüşmeler ve toplantılar da gerçekleştirdiği su götürmez bir gerçektir. Onun Maraş milli mücadelesinin lideri olarak seçilmesinin temelleri daha o zamanlarda atılmış…

Tüm izler “Teşkilât-ı Mahsûsa”yı işaret ediyor. Artık Arslan Beyin “Teşkilât-ı Mahsûsa”nın faal bir mensubu olduğundan şüphem kalmadı. Şimdilik bunu ispatlar bir belge elde mevcut değilse de, bir gün böyle bir belgeyle karşılaşmam benim için sürpriz olmayacak. O zaman Maraş İstiklâl Harbi için yepyeni bir pencere daha açılmış olacak.

Arslan Bey Beyrut bölgesinde bir efsane… Arap aşiretleri arasındaki ihtilafları ustaca çözerek, onları barıştırmıştır. Trablusşam’dan ayrılacak olduğunu duyduklarında masasına yüklüce altın koyup, gitme derler. Ama nafile, Maraş onun alın yazısıdır ve Maraş’a doğru yola çıkar.

Adana bölgesine gelip, trenle Maraş’a yöneldiğinde Kongre için Sivas’a giden temsilcilerle birliktedir. Ona, Maraş’ta yapabileceğin bir şey yok, Sivas’a gidelim, demelerine;

“Maraş’ı Maraşlılarla birlikte kurtaracağım” cevabını vererek, Maraş yolunda iner. Maraş İngiliz işgali altındadır ve Sivas Kongresi başladıktan 1 gün sonra 5 Eylül 1919’da şehre ulaşır. Arslan Beye; Maraş’tan önce İngilizlerin, sonra da Fransız ve Ermenilerin gidişini görmek nasip olacaktır.

Arslan Bey, kendisi gidemese de Maraş’tan Sivas’a 3 temsilci gönderir. Teğmen Necati Kandemir, İsa Kınıkkoy ve Ferit Kubati isimli bu şahıslar Mondros sonrası esaretten dönmüş ve Arslan Beyin iyi tanıdığı, tamamen güvendiği Kafkas kökenli insanlarımızdır. Sivas Kongresinden sonra kongre kararlarını Arslan Bey’e getirerek vazifelerini tamamlarlar.

Sivas tarafından bölgeye Kuva-yı Milliye komutanı olarak atandıktan sonra Pazarcık’ta karargâh kuran Kılıç Ali’nin şehir içi çatışmaya sıcak bakmaması onu durduramaz. Üstelik Sivas da, çatışmadan kaçınılmasını ısrarla istemektedir. Sadece Göksun yolunun kapalı tutulması ve düşmanın Orta Anadolu’ya ulaşmasının engellenmesi istenmektedir. Yani Maraş’ta yapılacak bir muharebenin kazanılması imkânsız görülmektedir. Ancak Arslan Beyin inancında bir tereddüt yoktur. Kılıç Ali’ye; “Biz 2000 kişiyi harp için hazırladık, muharebe yapacağız!” diyerek kararlı duruşundan taviz vermez.

Aynı zamanda şehirde moral ve motivasyonu da yüksek tutmayı ihmâl etmez. Dr. Mustafa Beye, “İstanbul’dan bir erkân-ı harp heyeti geldi, Fuad Bey başkanlığında yardım bekliyoruz” ifadeleri direniş ruhunu kuvvetlendiren psiko-stratejik adımlarından olmuştur.

Arslan Bey, Maraş yenilgisinin ardından Fransız Parlamentosunun karışarak, “sivillerin savunduğu bir şehre mağlup olduk” diye birbirlerine girdiklerini anlatırmış.  

Gazi Arslan Beyin, Maraş Zaferinden sonra bir müddet Antep savunmasının başında bulunması ve yararlılıkları dönemin Anteplileri arasında unutulmaz hatıralar bırakmıştı. Mahmud Bey küçük yaşında törenlere götürüldüğünde, kendisinin Arslan Beyin oğlu olduğunu öğrenen Anteplilerin “buyur ağam” diyerek ayağa kalkıp, yanlarındaki taburelere oturtuşlarını hiç unutmamış.

Andırın Meryemçil’de Arslan Beyin yaylası ve yılkı atları vardır. Zaferden sonra bir gün tek başına yılkı atlarının bulunduğu yaylasına doğru yola çıkar. Ancak yol üzerindeki sarp vadilerde eşkıya pusu atmıştır. Eşkıyanın kurşunuyla atı vurulan Arslan Bey, kayaları kendine siper ederek vuruşmaya başlar. Bir müddet sonra eşkıya bakar ki karşıdaki kişi yamandır. Ateş keserler ve “kimsin ağam” sen derler. Koca dev, “Arslan Beyim” deyince eşkıya utanır ve meydana çıkar. “Kusura bakma ağam, tanımadık seni. Atını da vurduk. Sana at verelim” deyip, yeni bir at verip, özürlerle yolundan çekilirler.

Mahmud Bey babasının vücudunda kurşun ve kesici alet tesiriyle olmak üzere 17 savaş yarasının olduğundan bahsediyor. Anlaşılan o ki, İstiklâl Harbi kazanılana kadar ölümle burun buruna mücadelesi hiç eksik olmamış.

Son olarak aile hayatıyla ilgili bir kısım bilgilere daha ulaştık. Son eşi ve Mahmud Beyin annesi Nazmiye Hanım aynı zamanda akrabası. Nazmiye Hanımın dedesi Hacı Arslan Ağa, Arslan Beyin hem amcası hem isim sahibi. Kafkasya’dan geldiğinde Osmanlı ordusunda eşkıya takibinde görevli yüzbaşı olarak başarıyla hizmet verir. Türkçesi zayıftır. Eğer adını yazabilseydin, seni paşa yapardık dendiği meşhurdur. Onun oğlu ve Nazmiye hanımın babası Ali Ruhi Bey de şehid. “Arslan savaşıyorsa benim de savaşmam gerek” der ve bir grup adamıyla milli mücadeleye katılır. Sancak adı verilen Maraş’ın kuzey bölgelerinin birinde, muhtemelen Ermenilerle bir çatışma sonucu şehid düşer. Ekinözü civarında toprağa verilir. Mezarı kayıp.

Gazi Arslan Bey son yıllarda birkaç Kurtuluş törenine üst üste katılamaz. Yaşı 80’i bulmuştur. Vali ve garnizon komutanı bu duruma içerlerler. Acaba bizi mi protesto ediyor, diye düşünürler. Gazeteciler işin peşine düşer. Kasap Hali’nin üst tarafındaki evine giderler. Kapıdan çıkarken yakalarlar ve törenlere niçin katılmadığını sorarlar, “rahatım yok” cevabı verir ve gider. Fakat gazeteciler törenlere katılamayacak bir rahatsızlığını gözlemleyemeyince, kapıda beklerler. Biraz sonra kapıya çıkan eşi Nazmiye Hanıma ısrarla sebebini sorarlar. Kadıncağız mecbur kalır, söyler;

“Evladım, kendisi söylememem için beni tembihlemişti ama söyleyeceğim, der. Arslan Beyin törenlere katılacak kıyafeti yok, bu halimle cemiyet içerisine çıkamam dedi!”  Aklıma Mevlana’nın;

Nice insanlar gördüm, üzerinde elbise yok

Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok

dizesi geldi. Bu hâl Nazmiye Hanımın çok gücüne gider. Ulu Cami arkasında Hatuniye’ye çıkan merdivenlerde bir terzi dükkânı vardır. Orada Arslan Bey için iki tane elbiselik kumaş beğenir ve ayırttırır. Eve gelen Arslan Beye durumu anlatır ve beğendiği kumaşları diktirmesini rica eder. Nazmiye Hanıma bir şey demeyen Arslan Bey dışarı çıktığında doğruca terziye varır.

Sakın o kumaşları kesme. Artık çok vaktim yok. O elbiseleri giyip, giyemeyeceğim meçhul. Giysem bile kısa süre sonra soyka çıkar” der ve elbiseyi diktirmez. Mahmud Bey, babasının ceket kol uçlarının sökük sökük olduğunu ve yamalı elbise giydiğini çok iyi hatırlıyor. Hislenmemek elde değil.

Vefatı nasıl oldu, dedim. Pazarcık’taki arazisine aşiretlerin musallat olduğunu ve onlarla bir türlü baş edemediğini, buna çok içerlediğini söyledi. “Fransız’la baş ettim, bunlarla baş edemedim”  dermiş. Vefat ettiği yaz başı Pazarcık’a arazi meselesi için gidip döndüğünde, Kasap Hali başında esnafın buyur ricalarını kırmayarak, orada ikram edilen soğuk bir gazozdan sonra rahatının kaçtığı ve kısa süre sonra da vefat ettiği bilgisini aldık.

Son olarak vasiyeti, dedim. Mahmud Bey; bize vasiyeti, “Şahsi çıkar elde etmeyin!”  oldu, dedi. En derin rahmet ve minnet duygularıyla anıyoruz. Mekânın cennet olsun Gazi Arslan Bey…

13.09.2020

İbrahim KANADIKIRIK