Hem de sonuna kadar, dibine kadar. Salı günkü basın toplantısında onu bu kadar gergin, bu kadar sinirli görmemiştim. Patlamaya hazır bomba gibiydi. Haklıydı. Çamur atılmıştı, hırsız yerine konmuştu, linç kampanyası yanında, itibarı sıfırlanmak istercesine, hak etmediği yakıştırmalar yüklenmişti. Taraftar ve kamuoyu nezdinde hedef haline getirilmişti.

Ama konuşurken bilgili ve belgeli gelmişti.

O sebeple, haklı olunca, sesi de gür çıkmıştı. O sebeple açtı ağzını yumdu gözünü. Hatırlayın,  geçen yılın Kasım ayında, kulübün kuruluşunun 50. yılı sebebiyle ve iyi niyetle başlatılan ve 100 bini bulduğu iddia edilen forma satışlarından başladı önce. Mundar edilmişti. Anlı şanlı markaların, firmaların forma sözü vermelerine rağmen paralarını yatırmadığından söz etti, “İyi niyetle yola çıkıldı, bir gelenek haline gelebilirdi” dedi ama yüreği yanıyordu. Konuşmasına başladığından itibaren her dakika ses tonu yükseldi, zaten rahatsızlıktan yeni çıkmıştı, gerginliği daha da artınca, öfkesini dışa vuruyordu.

*

“Hırsız değilim,  hırsız yapmaya gelmedik!” diyordu. Haklıydı.

Bu takımı yerlerde süründüren, borç bırakan, sonra da çıkıp takım hakkında ileri geri konuşan, çalışanları ve başkanı zan altında bırakan ifadelerle dolu, her ne alaka ise, nereden icap ettiyse röportaj veren eski kulüp başkanı Feridun Kolat’a arka çıkan, onun yalan yanlış konuşmasına çanak tutanlara ve zemin hazırlayanlara da öfke doluydu.

Ve sözlerinde, haykırışında, isyanında, öfkesinde haklıydı.

Forma satışlarından (şayet verilen sözler tutulsa, paralar hesaba geçse idi) 5 milyonun üzerinde takımın bir geliri olacaktı. Ama sadece 841 bin lirası tahsil edilmişti. Taraftarın, bilen bilmeyenin hesaba çekmesi, sorguya tutması gücüne gidiyordu.

Haa, onun her hesabı, kitabı ve harcamaları şeffaftı. Bu nedenle muhasebecisini de yanında getirmiş, belgeleriyle konuşmuştu. Sakladığı bir şey yoktu. Hırsız yerine konulması gücüne gidiyordu, kimin olsa giderdi. 7 senedir bu kulübün başkanı idi, birçok badire atlatmış, sıkıntı çekmişti. Buna rağmen takımı ayakta tutmaya çalışıyordu. Gelir belliydi; gider, gelirin kat be kat üzerinde iken, başkanı hırsız yerine koymak, paraları yediğini iddia etmek, çalıp kaçtığını bile söyleyebilmek, düpedüz saygısızlıktı, terbiyesizlikti.

Onlara hakkını helal etmiyordu.

*

Bir de kulübün otobüsü vardı seneler önce. O da ellerinden alınmıştı. O daha çok koyuyordu başkana. Her ne kadar eski olsa da, masrafı çok olsa da, takımın bir otobüsü vardı netice itibariyle. Alınmamalıydı.

Ağır konuşuyordu, kendisini suçlayanları, itham edenleri şerefsizlikle suçluyor, daha iyi yapacak birisi varsa, takımı bırakmayı düşündüğünü bile söyleme cesaretini ortaya koyuyordu. Ama bir yerde bir hakkı teslim ederken, forma satışı meselesinde AK Parti Milletvekili Mahir Ünal’ın öncülüğünü unutmuyordu.

Sonra, tüm belgeleri, bilgileri hem Mahir Ünal’a, hem de Ahmet Özdemir’e gönderdiğini söylüyordu cesurca, mertçe…

*

Öfkesinde, hiddetinde haklıydı.

Bakın ne dedi Başkan sayın Ceyhan. Herkesin ailesi, haysiyeti vardı. Bunu rencide etmeye, kirletmeye kimsenin hakkı hukuku yoktu.

Dernekleşmeye gidilmesi gerektiğini ifade ediyor, sivil toplum kuruluşlarını, belediye başkanlarını takıma sahip çıkmaya davet ediyor, ‘takıma sahip çıkma meselesinde sorun ben isem, çeker giderim!’ diyebilecek kadar cesurca konuşuyordu.

Forma satışının mundar edildiğini kaç kez tekrarladı, sayısını unuttum.

*

İki saati aşkın süreli basın açıklamasının sonunda söylediği şu cümleler önemliydi; “Bu şehrin sorunu sadece Kahramanmaraşspor değil. Bu şehrin, bu takımın sahibi yok, bir kanaat önderi yok. Yaptıkları işlerle, cirolarla Türkiye’de sıralamaya giren firmaların sahiplerinin hangisini bir gün Trabzon Caddesinde, halkın arasında gördünüz? Çünkü onlar kendilerini bu şehre ait görmüyorlar ve bundan dolayı halkı hiçbir şekilde muhatap almak istemiyorlar. Çünkü onlara göre halkla iç içe olmak, belki bir vatandaş kendilerinden bir şey isteyecek. Korkuları bundan. Bağdan eve, evden bağa. Kimseye görünmeden gelip geçiyorlar yollardan. Peki, muhatap olmak istemedikleri bu halk ve bu halkın yaşadığı bu şehre hiçbir aidiyet duygusu olmayan bunlar, niye bu şehirde yaşıyorlar, diye insan soruyor haliyle. Niye burada yaşıyorlar biliyor musunuz?

Çünkü devletin sağladığı tüm teşvikleri kullanarak bu şehirde çok kazanıyorlar, onun için. Yoksa bu şehri vatanları gördükleri için değil. Yani kısaca bu memlekette ‘KİRACI’ olarak yaşıyorlar” demişti.

Ama son bir cümlesi vardı ki, hazmı zordu; “Ya bu şehri seveceksiniz, bu kültür, spor, sosyal yaşam, üniversite, siyaset vs. ile ilgileneceksiniz, ya da artık atalarımızdan aldığımız doğal hak ile sizlerin KİRA KONTRATLARINI tek taraflı iptal edeceğiz!”

Yenilir yutulur cümleler değildi ve haklıydı.

*

Gelelim çarşamba günü oynanan Uşakspor maçına. Takım fena değildi. Nihayetinde 2-1 galip geldik ama bir o kadar da fırsatları kaçırdık. Yoksa fark daha fazla olabilirdi. Olsun, 3 puan iyidir.

Takıma başarılar dilerken, insan olduğu kadar, basın olduğu kadar da spor-sporcu dostu olan Türkoğlu Belediye Başkanı Osman Okumuş, yoğun işi arasında maça gelmiş, takıma destek vermişti. Ve adamın önde gideni sayın Okumuş’un ayağı uğurlu gelmişti.