Dünkü yazımda Türkiye-Amerika ilişkilerinin 1830 yılından 1908 yılına kadar olan sürecini dile getirmiştim.Şimdi Lozan Antlaşmasından sonraki evrelerini anlatacağım. Tarih boyunca Türk – Amerikan ilişkileri ilginçtir. İki ülke tarih boyunca savaş yapmamışlardı. Fakat Lozan sulh konferansında Amerika müşahit olarak bir delegasyonla katıldı. İki ülke arasında diplomatik ilişki kurmak kolay olmadı. Zira iki ülke arasında gizli olarak var olan anlaşmazlık sorunları vardı. 1923’ten sonra Türkiye’nin her yöresine yayılmış olan Amerikan kolejlerini, Türkiye, zararlı Hristiyan propagandası yapıyor gerekçesiyle kapattı. Ayrıca, Türkler’i öfkelendiren husus ise; Doğu’da bir bağımsız Ermenistan devletini kurma girişimlerine Amerikan halkının ve basının sıcak bakmasıydı.

Ağustos 1923’te, Türkiye ile Amerika arasında Dostluk ve Ticarî Antlaşma Lozan’da imzalandı. Bu arada, İade-yi Mücrimin antlaşması da yapıldı. Türkiye’nin imzaladığı Lozan sulh antlaşmasının Amerikan Anayasası gereği Amerikan Senatosunda onaylanması gerekiyordu. Bazı Amerikalı Senatörler, Ankara’nın yapmakta olduğu inkılâpları yetersiz bulmaları, onu Avrupa kültürünü uygulamada yetersiz bularak Türkiye’ye barbar olarak bakıyorlardı. Ayrıca, Ermeni tehcirinden hasıl olan bazı olumsuz neticeleri gerekçe göstererek ve senatoda onay için 2/3 çoğunluk sağlanamadığından, Lozan BarışAntlaşmasını uzun süre onaylamadıkları gibi, Türkiye ile diplomatik ilişkiye girilmesini istemiyorlardı

1947'deki Truman doktriniyle sıkı ilişkiler içine giren ve NATO’ya üye olarak aralarındaki ilişkileri ittifak düzeyine çıkartan Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri, bundan sonraki siyasî ve askerî ilişkilerini NATO çerçevesinde imzaladıkları değişik anlaşmalarla yürüttüler.

Türkiye’nin amacı; Güvenliğini korumak, askerî ve ekonomik yardım elde etmek ve Batı tipi devlet yapısını güçlendirmekti. Sovyetler Birliği'nin Türkiye'nin güvenliğine karşı oluşturduğu tehdit ilk sırada geliyordu. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde Sovyet yöneticilerinin, Türkiye ve SSCB arasındaki 1925 tarihli dostluk anlaşmasını tek taraflı olarak feshetmeleri, 1936 tarihli Montrö Sözleşmesinde Karadeniz'e kıyısı olan devletler lehine değişiklikler yapılmasını istemeleri ve Doğu Anadolu'da toprak talebinde bulunmaları, Türk liderleri ABD’nin askerî ve diplomatik desteğini kazanmaya itti. Ekim 1946'dan itibaren Sovyet liderleri Türkiye üzerindeki isteklerini dile getirmekten vazgeçseler ve 1953 yılından sonra da Türkiye'yle dostluk ve barış içinde yaşamak istediklerini gösterir jestlerde bulunsalar da Türk yöneticiler, SSCB'yi Türkiye için potansiyel bir tehdit olarak algılamaya devam ettiler. Amerikan yöneticilerinin gözünde ise Türkiye, Yakın ve Orta Doğu'daki Sovyet yayılmacılığını durdurma politikalarının önemli bir parçasıydı. Türkiye özellikle 1947-1964 döneminde ABD ve NATO’yla sıkı ilişkiler içinde olmaya büyük özen gösterdi. Türk-Amerikan ilişkileri; 1964’de Kıbrıs’taki Rumların Türklere karşı izlediği politika nedeniyle, Türkiye’nin bölgeye müdahale etmek istemesi üzerine bozuldu. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtından sonra, ABD’nin Şubat 1975’de uygulamaya başladığı, 1978 Eylülüne kadar devam eden ambargosu iki ülke ilişkilerini derinden sarstı. Türkiye ise bu ambargo sırasında 25 Temmuz 1975’ten itibaren Türkiye’deki Amerika üs ve tesislerine el koydu. 12 Eylül 1980 darbesi ile yeni bir dönem başladı. Türk dış politikası tekrar Amerikan endeksli hale geldi. Bugüne baktığımızda Türkiye-Amerikan ilişkileri Kıbrıs, Ermeni, PKK-PYD VE FETÖ meseleleri nedeniyle inişli-çıkışlı bir şekilde devam etmektedir. Trump-Erdoğan buluşması, Türkiye-Amerika ilişkilerinde taze bir sayfa açar mı? Bekleyip göreceğiz...