Ülkelerin finansal piyasalara açıklığı hem faydaları hem de riskleri beraberinde getirir. Sanki bir alın yazısı gibi, ekonomiler her 4-5 yılda bir durgunluğa girer, tekrar çıkar ve dengeler yeniden oluşur. Ama gelişmekte olan ülkelerde ise durum biraz daha can yakıcı olabilmekte ve bu periyoda ek olarak onlar ortalama 10 yıllık dilimlerde ağır ekonomik koşullara maruz kalmaktadırlar. Bunun bir tekrar eden kader mi yoksa yanlış uygulamaların mı sonucu olduğunu irdeleyeceğiz bu kısa yazımızda…

**

Sosyal hayatımızda ve gelir yaratmada derin çukurlar açan ekonomik durgunluk veya krizleri doğru analiz etmek ve esas itibariyle her birinden dersler çıkarmak yani öğrenmek gelecekteki acıların etkisini azaltacaktır. Bu kapsamda önce göstergelerin neler olduğunu ortaya çıkarmak, nerede hata yapıldığının görülmesi için bir ışık tutacaktır.

Hadi başlayım göstergeleri incelemeye…

1950 ile 2010 yılları arasında yapılan ve önemli yayınlar niteliğindeki 83 araştırmadan çıkan sonuçlara göre, grafikte de görüldüğü üzere, merkez bankasının rezerv yapısı %60 oranla en önemli ve takip edilmesi gereken veri olmuştur. Rezervler, özellikle kredilerin, mali yapının, döviz hareketlerinin, arz çıkışlı olumsuz hareketlerin ve enflasyonun yönünün belirlenmesinde oldukça etkili bir konuma sahiptir.

Birbirine bağlı olmalarına rağmen reel döviz kuru, GSYH ile kredi hacmi, özellikle de kredilerin GSYH içindeki payı ile enflasyon ve para arzı rezervlerin hemen arkasında gelmektedir. Dış ticaretin hacmi kadar kazanımı da gelişmekte olan ülkelerin orta gelir tuzağında yapışmasına ve bazen de fakirleştiren büyüme girdabına girmesine neden olabilmektedir. Diğer bir ifade ile çok çalışıp, fazla ihraç ederek aynı geliri elde etmenin illüzyonu olumsuzluklara ekleme yapabilmektedir.

Önem sırası ne olursa olsun, ekonomik dengeleri oluşturan bu göstergelerdeki değişimin boyutu ise durgunluk ile kriz arasındaki anlam farkını ortaya koyar.

**

Durgunluk esas itibariyle önemli bir hastalık değil bir döngüdür. Döngüdeki iniş ve çıkışların yani ekonomik performansın kalitesi ise karar vericilerin uyguladıkları ekonomik politikaya bağlıdır. Ama kredi, finansal piyasa, üretim, mali, döviz ve arz tabanlı şoklar olarak karşımıza çıkan krizlerin analizi çok önem arz eder. Zira her bir kriz bizim gruptaki ülkeleri birkaç on yıl geriye götürmekte ve gelir dağılımı ve sosyal olumsuzluklara yol açmaktadır.

Global ekonomik işleyişin gündemindeki en büyük konu şimdi ise özel sektör borç hacmi ve bunun üretimdeki yansımalarıdır. Artık devlet borçlarının en aza indirildiği özel sektör ağırlıklı bir ekonomik üretim sürecinde bu kez de sektör borçlarının GSYH içindeki payının hızla artması en çok konuşulan hatta hemen hemen tek konudur. Devlet borçlarından farklı karakter arz eden sektör borçları, üretimde ve finansal yapıda olağandan daha fazla oynaklık doğrucu özelliğinden dolayı önemi bir kat daha artmaktadır.

Gelelim ekonomideki verilere…

Üçüz açığı (cari, bütçe ve dış ticaret) yaşadığımız bu döneme, 2.2 trilyon seviyesindeki (verilen) krediler, yıllık en azından enflasyon kadar artan para arzı, 405 milyar Türk Lirasına ulaşan tüketici kredileri, ancak 24 milyar ABD Doları bulan MB nakit rezervleri dövizdeki dalgalanma ve petrol fiyatlarındaki yükselme eğilimi ile birleştiğinde ekonomimize ağır yükler getirmeye başlamıştır. Özellikle de 250 milyar ABD Doları’na yaklaşan özel sektör borçları tüm bu göstergeler üzerinde en çok baskı yapan etken olarak karşımıza durmaktadır. Yeni bir büyük ekonomik sorunun bu verilerin zorlamasıyla banka kaynaklı olarak karşımıza çıkacağını tahmin etmek zor olmasa gerek!

**

Devletin üretimde çekilip tamamen özel sektör temelli bir biçimlenmeye giren ekonomimiz şimdi de bu özel sektör döviz borcu-kaynaklı bir kırılma yaşayabilir. Bu olasılığın varlığının en azından kabulü yapılması gerekenlerin ne olması gerektiğini analiz etmemize yarayacaktır. Bol ve ucuz kredi dönemi ile petrol fiyatlarındaki düşüşün artık görülmeyeceğini kabullenelim ve daha çok talep yönlü (üretim, tüketim, yatırım, devlet tasarrufları ve zenginleştiren ihracat gibi) politikaları düşünerek işe başlayalım. Zaman alacak ta olsa düşünmek bile ekonomiye bir ivme kazandıracaktır.

İstatistiki modellerde bir “gürültü ya da hata payı” gibi gözüken bir noktayı da belirtmeden geçmeyelim: Karar vericiler uzatılan her mikrofona ekonomi hakkında konuşmasınlar, hatta şu zor günlerde hiç konuşmasınlar! Her bir demecin piyasaya etkisi barometre ölçüsü görünümünde anlık yansıyor çünkü…


 

Verimli bir hafta olsun!

Prof. Dr. Veysel Ulusoy

veyselulusoy.com