Fillerin tepişmesi ve çimenlerin ezilmesi.. ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşı sürüyor...

Küresel riskler arttıkça da en büyük zarar, bizim gibi gelişmekte olan ülkeleri vuruyor.

İki devin ticaret savaşı ,Çin yuanındaki sert kayıpların yaşanmasına neden oldu.Bu gelişmeler doğal olarak Türkiye gibi diğer gelişmekte olan ülke varlıkları üzerinde baskı oluşturuyor. Bir de son açıklanan enflasyon ve cari açık verileri de buna tuz biber oldu.

Perşembe akşamı Dolar , Asya seansında rekorunu kırdı. 5 Lira sınırına yaklaştı.10 yıllık tahvil faizi de tarihi zirvelerde.

Bu gelişmeler tabi ki insanın içini karartıyor.Ama bu tablodan keyif alan insanları gördükçe de üzülüyorum.Bazıları neredeyse sırf muhalefet olsun diye tef çalıp oynayacaklar;adeta gözlerini hırs bürümüş...Gerçekten şaşkınım; bu dostları tanımakta zorlanıyorum.

Yaşadığımız krizleri hatırlayalım.1979-1980 petrol krizi...1994 Çiller krizi...2001 Ecevit krizi..Bu krizlerin kazananları sadece tefeciler ve para baronları oldu.Tek kaybedeni ise Türk halkı oldu.

Yazar Güneri Civaoğlu dünkü köşe yazısında geçmişe bir yolculuk yapıyor. İnsanımıza bazı hatırlatmalarda bulunuyor.

Popülist politikalar her zaman hayatın gerçeğiyle örtüşmüyor.Yeni nesil bu acı günleri yaşamadı ama öğrenmekte yarar var.

Bazı anekdotları paylaşıyorum...

Ekonomi için de “enseyi karartmamak” gerekir.

70’li yıllarda dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in “Türkiye 75 sente muhtaç” sözü hatırlanmalı.

Yurt dışındaki diplomatlarına Türkiye zaman zaman maaş ödeyemiyordu.

Yağ, akaryakıt, hatta ampul bile “yoklar” listesindeydi.

Merkez Bankası kasası tam takırdı.

Hastaneler için röntgen filmi bile ithal edilemiyordu.

Enflasyon yüzde 100’leri geçmişti.

Öyle bir Türkiye ekonomisini devralan Süleyman Demirel, müsteşarı Turgut Özal’la birlikte

24 Ocak 1980 operasyonunu

gerçekleştirdi.

Türkiye’yi iflastan, yani borçları nedeniyle uluslararası “konkordato” masasına oturmaktan kurtarabildi.

2018 Türkiye’sinde böyle bir “enkaz ekonomisi”

var mı?

Buna kimse “EVET” cevabı veremez.

Soranın da akıl sağlığından kuşku duyarım.

.......................

Türkiye, o günleri aştığına göre, önümüzdeki zorlukları hayli hayli aşar.

O nedenle “Enseyi karartmayalım” diye yazdım.

Yoksa, tabii güçlükler, büyük oyunlar Türkiye’nin yolu üzerinde bekliyor.

PKK terörü, yurt içi sorunun ötesinde uluslararası oyunun kartlarından biri haline dönüştü.

Güney sınırımızda omurgasını PKK’nın oluşturduğu bir Kürt devletinin Akdeniz’e kadar uzanması projesiyle burun buruna bırakıldık.

Bir yarısı yok edildi ama diğer yarısı için zorlu bir süreç var önümüzde.

Ekonomide dış kaynak bulmak giderek zorlaşıyor.

Bulunan kaynaklar da pahalı.

Dünya ekonomisinde sistem Trump depremiyle sarsılmakta.

Kutsanan “serbest ticaret” yerini “korumacılığa” bırakmakta.

Avrupa ekonomisi teklerken, Uzakdoğu yeni bir çekim merkezi.

İslam’ın simge ülkesi Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri ile İsrail yol arkadaşlığına geçtiler.

Kıbrıs Rum kesimi ve Mısır da o yolun yolcuları.

Bölge de, dünya da karışıyor.

Pusulası şaşmış bir dünyada Türkiye’nin dümenini sağlam tutmak, doğru rota çizmek hiç kolay değil.

“Enseyi karartmayalım” ama “ensenin pembe olmadığını” da görelim.