Türkiye İstatistik Kurumu ülke ekonomimize dair hemen hemen tüm verileri ayrıntılı bir şekilde sunar. Veriler en küçük birimler olan firma ve tüketiciden, makroekonominin en büyük katmanına doğru bir çizgi takip eder. Her bir ekonomik birim ve katmanda hem bireysel hem de firma birikiminin, tecrübesinin ekonomik davranışlara yansımasını hissederiz. Tüm bu davranışların özünde de “öğrenme” ve “tecrübe etme” yatar. Ekonomik büyüme, teknolojik gelişme, kısaca küresel dünyada iyi bir yer alabilmek için bu iki ögeyi iyi anlamamız ve ekonomiye uygulamamız gerekir.

Ekonomik eşgüdüm bu süreçte önemlidir. Onu kurumsal üst yapı şekillendirir ve bu firma ve tüketici davranışlarına kadar yansır. Örneğin, firmaların devletten her aşamada ve her durumda teşvik, vergi indirimi ve benzeri ayrıcalık talepleri bunlara en güzel örnektir. Tüketici de farklı değildir. Yaptığı her alışveriş ve ekonomik davranışlarda ya bir indirim ya da farklılık talep eder.

Beklentiler ve alışkanlıklar zamanla bir hastalık haline dönüşür. Ekonomik göstergelerin iyi olduğu zamanlarda “fırsattan pay alma”, kırılmaların yaşandığı durumlarda ise “devlet teşviki ya da yardımı kapma” üretim ve tüketim davranışlarının genine işler… Zamanla da genin mutasyonu sonucu bir beklenti ekonomisi oluşur. Türkiye’de 80’ler ile başlayan “tam kapitalizme geçme isteği” söz konusu beklenti ekonomisinin temelini atmıştır. Öyle ki, devletin katkısı ve dürtüsü olmadan neredeyse göze gözükür bir sermaye birikimi oluşturamamış bir ekonomik piyasaya sahip hale geldik.

Son veriler de bunu destekler nitelikte… Türkiye’de nüfusun yaklaşık %15-20’si sosyal yardım almakta (Aile Bakanlığı, 2014), çoğu firma ve küçük aile işletmesi de çeşitli konu ve amaçla teşvik ve yardım almaktadır.

Gelelim tüm bunların ekonomideki yansımalarına… İlk yansıması garip de olsa ihracat ve ithalattaki sanayi ve ara malının ölçeği ve kapsamı. Ekonomide ölçek üretimin arttıkça üretim maliyetlerinin düşmesi, kapsam ise aynı alt yapı ile dikey birleşme yoluyla başka ürün üretebilmektir. Birincisi üretimde öğrenme ve az da olsa teknolojik gelişme ile birim maliyetleri azaltma, ikincisi ise tecrübe, yeni geliştirilen ve dinamik öğrenme ile teknolojik seviyesi yüksek ürünler oluşturmaktır, kapsamını değiştirmektir. İhracatımızda yüksek teknolojik ürünlerin hala %3’lerde gezintiye çıkması buna karşılık ithalatta daha yüksek pay alması ekonomik kapsamın önemini ortaya çıkarmaktadır.

Beklenti ekonomisinin ikinci yansıması emek piyasasında ve eğitimde kendini hissettirir. Firmaların üretim maliyetlerini en aza indirmek için vasfa dayalı olmayan işgücü talebi zamanla işgücü sahibinin gözünde eğitimin önemini de azaltmaktadır. Diğer bir ifade ile eğitim ve kalitesine önem vermeden oluşan firma talebi, genç nüfusun eğitim talebini olumsuz etkilediği ve insan sermayesinin gelişimini engellediği gibi, onların başka ülkelerde arayışa girmelerine neden olabilmektedir. Sadece işgücü piyasasında değil, para ve ürün piyasalarında da aynı durum değişik örnekleriyle doludur.

Sözun özü: beklenti ekonomisi ülkenin üretim ve tüketim alışkanlığı ile beraber toplumsal dokusuna zarar verir. Onu geri toplamak için harcayacağımız çaba boşa giden emek olarak nitelendirilebilir. Bundan çıkış yolu ilk aşamada ölçek ekonomilerini diğer aşamalarda ise kapsam ekonomilerini işler hale getirmektir. Teşvik ve aile yardımları, gerekli durumlar hariç, bu iki sürece balta vuran en büyük etkendir.

Saygıyla,


 

Prof. Dr. Veysel ULUSOY