Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve kısa bir süre içerisinde tüm dünya devletlerine yayılan Yeni Tip Koronavirüs (Covid-19) salgını insanlığa can kayıpları verdirdiği gibi ekonomik olarak ta kayıplar verdirmeye devam ediyor. Özellikle 3-4 aylık sıkıntılı süreçle beraber gelen yasaklarla deyim yerindeyse ekonomik bir daralmanın içine giren ülkelerde birçok özel sektör kuruluşu hem ticari faaliyetlerine hem de üretimlerine ara vermek zorunda kaldı.

Yaşanan bu gelişmeler ışığında Covid-19 pandemisinin ülke ekonomisine yansımaları hakkında bilgi veren ve detaylar ışığında neler yapılabileceğini anlatan Kipaş Yönetim Kurulu Üyesi ve Ekonomist Hikmet Gümüşer, 2020’nin kayıp bir yıl olarak tarihe geçtiğini vurguladı. Türkiye istihdamının yüzde 55’ni oluşturan turizm sektöründe 2 milyon işgücü kaybının olduğunu belirten Gümüşer, genel olarak turizm ve imalat sektörlerinde büyük bir problemin var olduğunu dile getirdi. Bu süreçte yapılabilecek en önemli olgunun kamu harcamalarının artırılması olacağından bahseden Gümüşer, “Kamu harcamaları nasıl arttırılır? Örneğin bazı vergi gelirlerinden feragat edilebilir. Bazı ÖTV gelirlerini düşürülebilir. Daha önce mazotta, beyaz eşyada uygulanmıştı. Artık maliye yönetimiyle piyasanın canlandırılmasına gideceğiz ama bunun da karşımıza çıkacak olan acı reçetesi yüksek bütçe açıkları olacak” şeklinde konuştu.

İŞSİZLİK HIZLA YÜKSELİYOR”
Gümüşer, sözlerinin devamında şu ifadelere yer verdi: “Şu anda gerçekten sıkıntılı bir dönemden geçiyoruz. Türkiye istihdamının yüzde 55’ni oluşturan turizm sektörü pandemi dolayısıyla büyük bir yara almış durumda ve istihdamda bu kadar etkili olan turizm sektöründe 2 milyon işgücü kaybı var. Bu Türkiye’nin işsizlik rakamlarına da sirayet ediyor ve şu anda Türkiye’de işsizliğin yükselmesi oldukça hızlı bir şekilde devam ediyor. Aynı durum imalat ve inşaat sanayinde de mevcut. Bu dönemde sadece tarım sektörü bir nebze iyi ama genel olarak turizm ve imalat sektörlerinde büyük bir problemden bahsedebiliriz.

“ESKİ TÜKETİM ALIŞKANLIKLARIMIZ KALMADI”
Tabii durumun böyle gelişmesin de en önemli sebep insanların eski tüketim alışkanlıklarının olmaması. Türkiye olarak koronavirüsten dünyadaki diğer ülkelere göre daha az etkilendik diyebiliriz. Özellikle Türkiye için önemli bir ihracat pazarı olan Avrupa’da büyük gerilemeler yaşandı. Avrupalı büyük alıcılar ve üreticiler şu anda talepsizlikten dolayı işlerine ara vermiş durumdalar. İnsanlar halen uzaktan çalışmaya devam ediyorlar ve işlerini belirgin ölçüde azaltmış haldeler. Bu her yıl cari fazlalığı veren Almanya içinde geçerli, otomotiv devi Fransızlar içinde geçerli, İspanyollar ve İtalyanlar içinde geçerli. Avrupa’da hiçbir şey eskisi gibi değil. Bir de Brexit krizi ile uğraşıyorlar. Yani bunların hepsi Türkiye imalatçısına çok negatif efekte bulunuyor.

“DÜNYA BANKASI TÜRKİYE’NİN 3.8 KÜÇÜLECEĞİNİ ÖNGÖRÜYOR”
Biz bu yıl Türkiye’nin yüzde 2, 2,5 oranında büyümesini bekliyorduk ama Dünya Bankası’nın son yayınlamış olduğu rapora göre Türkiye ekonomisi bu yıl yüzde 3.8 küçülecek. IMF ise Türkiye’nin yüzde 5 küçüleceğini öngörüyor. Türkiye ekonomisinin küçülmesi bizlere ne getirecek? Bu anlamda Türkiye’nin 2017 yılında 10 bin 616 dolar olan kişi başına düşen milli geliri, bu yıl 7 bin 924 dolara kadar düşmüş olacak. Buda halkımızın ister istemez fakirleşmesine, eski tüketim alışkanlıklarını devam ettirememesine neden olacak. Artık insanların aldığı maaşlar, asgari ücret, işçi kesiminin eline geçen getirilerle yaşam gün geçtikçe daha da zorlaşacak ve ülkemizdeki genel yoksulluk sınırına yaklaşan insan sayısı daha da artış gösterecek.

“ÇOK FARKLI BİR DÖVİZ KRİZİYLE KARŞI KARŞIYAYIZ”
Ülkemizde birçok emtia dövizle elde ediliyor. Birçok üretim dövizli hammaddeyle yapılıyor. Teknoloji döviz ile satın alınıyor. Bunların da işgücüne yansıması yükselen maliyetler olarak karşımıza çıkıyor. 2018 krizindekinden çok daha farklı bir döviz krizi ile karşı karşıyayız. Çünkü 2018 krizinde TL’de yaşanan değer kaybı ihracat pazarlarındaki canlılık sayesinde lehimize döndürmeyi başarabilmiştik. Ama bu yıl ihracat pazarlarında büyük durgunluk var. Az önce söylediğim gibi Avrupa’da büyük bir durgunluk var ki Türkiye ihracatının yüzde 60’nın gerçekleştiği bir yerden bahsediyoruz. Aynı zamanda diğer ihracat pazarımız Irak Türkiye’nin yılda 9 milyar dolardan fazla ihracatının olduğu bir yer. Orada da koronavirüsten dolayı çok sıkı tedbirler alındı. Dolayısıyla Irak’ta da yavaşlama var. Şu sıralar yaşadığımız TL’deki değer kaybı maalesef bize ihracat olarak geri dönemeyeceği için yâda dönüşü az olacağı için ülkemizin ekonomik gelişimine negatif bir etkide bulunacak.

“CARİ AÇIĞIMIZ DEVAM EDECEK”
Bu yıl özel tüketimde binde 5 kadar küçülme bekliyoruz. İhracatta yüzde 15, yatırımlarda ise yüzde 10 küçülme bekliyoruz. İthalatta sadece yüzde 6,5 küçülme bekliyoruz. Dolayısıyla cari açığımız devam edecek. Yatırımlar düşüş eğiliminde olduğu için işsizlik problemimiz devam edecek. Kur yükselme eğiliminde olduğu için enflasyon devam edecek. Çünkü bu kurların yükselmesi bitmiş ürünün fiyatının da yükselmesine sebep oluyor. Önceden tekstil üreticisi firmalar 15-16 TL’ye kumaş satarken şimdi 25 TL’den satmaya başladı. Haliyle kumaşı alan gömlekçi, pantoloncu 40 TL’ye satarken şimdi 50-60 TL’ye satmaya başladı. Peki, bu durumda ne oluyor? Bitmiş ürünün fiyatı artıyor. Enflasyon dediğimiz şey de budur. Eğer bununla aynı ölçüde işverenler çalışanların maaşını arttıramazlarsa yâda devlet kamu kesiminde çalışan personelin maaşını aynı oranda arttıramazsa o zaman toplumsal refah düşüşe girer. Burada şunu sorgulayabilmek lazım; firmalar ve devletimiz çalışanlarını TL’nin değer düşüklüğü karşılığında maaş artışını sağlayabilecek mi? Bizler bu ekonomik güçte miyiz? Yâda biz işçi mi çıkartacağız diyecekler?

“2021 YILI SIKINTILI BAŞLAYACAK”
Türkiye için 2021 yılı gerçekten çok sıkıntılı başlayan bir yıl olacak. Çünkü 2020 yılında birçok sektör ağır tahribatlar aldı. Birçok sektör bu yılı kayıp yıl olarak değerlendirdi. İmalat sanayinde birçok problem yaşıyor. Kobiler ayakta durmakta zorlanıyor. Zaten ekonomi yönetimimizde bunların farkındaydı ve ne yaptı? Kamu bankaları aracılığıyla düşük faizli finansman imkânı sağladı. Fakat orada da denizin sonuna geldik. Burada talep yaratılmak istendi. Çünkü insanlar oturduğu yerden bir şey almak yâda satmak istemeyeceklerdi. Fakat ne zamanki kredi faizleri çok aşağı çekildi bu kez belki 5-6 tane evi olan bir adam bile, “Bu faizler bir daha ele geçmez” diyerek ev almaya başladı. Buda bir talep yarattı. Fakat bu krediler o kadar ucuz maliyetliydi ki reel değildi. Bankaların karlılık hedeflerinin çok çok altında olan faiz oranlarıydı. Netice itibariyle banka karları hızlıca erimeye başladı. Bankaların 30 Haziran’da ilan etmiş oldukları mali tablolarda gelirlerinin ne derece eridiğini görebiliyoruz. Zaten birçok özel banka bu faiz oranlarına yaklaşamadıkları için krediyi veremedi. Kamu bankaları halkın yanında durdu. Talep yaratılması yapılması gereken bir şeydi. Fakat artık ekonomimiz bunu kaldıramaz hale geldi ve oradaki denizin sonuna geldik. Bu saatten sonra Türkiye’de olacak olan şey kamu harcamaları.

“BANKALARIN AYAKLARINI YERE SAĞLAM BASMASI LAZIM”
Şu anda ülke olarak oldukça zor bir 2020 yılı geçiriyoruz. Pandemi de üzerine geldi. Gerçekten birçok esnaf iş kapatma noktasına geldi. Artı en önemli problemlerden bir tanesi bankalar aracılığıyla çok yoğun bir kredi verme teşvik edildi. Birçok banka kredi vermek için çok uğraş verdi. Geçen yıla göre bankaların verdiği kredi rakamı 200 milyar TL arttı. Eğer Türkiye’de çarklar dönseydi, ihracat ful randıman devam etseydi, hedeflerimize uyma yolunda çok yoğun bir çaba gösterseydik evet belki de bu paralar işe yarayacaktı. Ama şu anda insanların işleri çok büyük bir sıkıntıda. Firmalar kredileri aldı ve bunu dövize, altına, bonoya yatırdı. Yani menkul getiri elde etme fırsatı aradı. Yarın bir gün bankalarda bu kredilerin vadesi dolacak ki zaten çoğu verilen kredi kısa vadeliydi. Bankalar firmalara bu krediyi ödeyin diyecek. Bu durumda bizim karşımıza çok büyük batık kredi riski ortaya çıkacak ve bankalar batık kredilerin takibiyle uğraşacak. Banka bilançoları bozulmaya başlayacak. Bir ülkede bankacılık sektörünün tehlikeye girmesi kadar büyük tehlike yoktur. Zaten 2008 küresel krizinin çıkış noktası yine bir finansal krizdir. Bankaların ayaklarını yere sağlam basması lazım. Dolayısıyla kötü zamanlar geçiriyoruz. En yakın görünen umut ışığı aşının bulunması ve insanların eskisi gibi sokağa çıkıp harcama yapmasıyla toparlanacak. Yoksa 2020 yılı ülkemiz açısından gerçekten kayıp bir yıl olacak.

HABER: ABDULSAMET İSPİR

Editör: Mahmut Beyaz