Özellikle ekonomi ile ilgili hadiselerin yoğun konuşulduğu dönemlerde, basının da etkisiyle, halkımız farkında olarak ya da olmayarak kendisini makro hadiseleri tartışır halde bulur. Bu hadiseler, Amerikan Merkez Bankası’nın faiz arttırım kararından tutun da Suudi gazetecinin öldürülmesinin ekonomiye etkilerine kadar her seferinde farklı şekillerde karşımıza çıkar.

***

Özellikle kurların yükselmeye başladığı Temmuz ayından bu yana halkımızın yoğun olarak telaşını yaşadığı makro hadise ise özel sektörün dış borcudur. O zamana kadar filanca bankanın açık pozisyonu ya da özel sektörün kısa vadede ödemesi gereken 98 milyar dolarlık borç kendisini zerre ilgilendirmemiş olan Ayşe Teyze/Kemal Amca, birden ekonomik sıkıntıların masaya yatırıldığı bir sohbette “çok borç var çok..” diyerek serzenişlerini dile getirmeye başlar.

Aslına bakarsanız Ayşe Teyze/Kemal Amca serzenişlerinde çok haklıdır. Peki onları haklı kılan şey nedir?

***

Sorumluluk olan normal bir insanın araba/ev/düğün vb. gibi sebeplerle borç aldığında yaşadığı hissiyatı tahmin edersiniz. Borçlu olan şahsın zihnindeki tek düşünce borcundan kurtulmak olduğu için rahat rahat para savuramaz, eğlencelerini ertelemek zorunda kalır, tüketimini sınırlar ve neticesinde borçlu olduğu süre boyunca neşesi kısıtlanmış olur.

***

Aynı durum devletler için de geçerlidir. Osmanlı Devleti’nin amacından tamamen saparak, sayısız ülkelere verdiği kapitülasyonlar sebebiyle oluşan borçlar, ödenemeyerek artık büyük bir yük halini almıştı. Bu borçları kapatmak için hazinesini boşaltan Osmanlı, topraklarında yaşanan savaşlara kaynak bulabilmek amacıyla dış borçlanma yolunu tercih etti ve ilk borcunu 1854 yılında Kırım Savaşı’nın finansmanı için aldı. Bu ilk dış borç, 1914 yılına kadar 347 milyon altın lirasına kadar ulaşacak bir borç silsilesinin ilk adımı olmuştu. Borçlanmaların birçoğu bazı bölgelerin gelirlerini (Mısır eyaleti gelirleri vs), işletmelerden elde edilecek gelirleri (tuz yatağı işletmeleri veya demiryolu işletmeleri gibi) ya da devletin vergi gelirlerini teminat göstererek yapılıyordu. Alınan borcun vadesi geldiğinde eski borç yeni ve şartları daha ağır başka bir kredi ile refinanse ediliyordu. Bu ağır şartlara daha fazla dayanamayan Osmanlı, borçlularına iflasını açıkladı ve neticesinde borçların yapılandırılması için borç veren ülkelerin yönettiği Düyun-u Umumiye kuruldu. Kurtuluş savaşı sonrası Lozan Antlaşması’nda kapitülasyonların kaldırılmasını sağlasak da Düyun-u Umumiye’nin borçlarının büyük kısmı henüz yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti tarafından üstlenildi. 1954 yılında son borç da kapatılmıştı ama bu yeni Türkiye’nin 30 yıllık emeğine mal olmuştu.

***

Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan bu aşırı borç ödeme hali, her konuda bağımsızlığını ilan etmiş Türkiye’ye mali bağımsızlığın ne denli önemli bir şey olduğunu idrak ettirmişti. Bu sebeple 1980’li yıllara kadar uygulanan mali politikalarda aşırı borçluluk halinden uzak durulmuştur. 1980-2001 yılları arasında ise piyasa ekonomisine geçildi ve bu dönemde borçlanmaya ağırlık veren, arz yönlü ekonomi politikası benimsendi. Bu dönemde iktidarda olan partiler Cumhuriyet’in ilk kuşaklarının borçlanmaya karşı sert duruşlarını bir hata olarak değerlendirip, dış borçlanma, yap-işlet-devret, dış ticarete dayalı sanayileşme (ithalat artışı) gibi politikaları benimsediler.

***

2001 yılına gelindiğinde artan altyapı yatırımlarını vergilerle tahsil etmek yerine borçlanma ile karşılamak arzusu, yüksek kamu borcuna ve neticesinde yüksek bütçe açığına sonuç vermiş ve ülkeyi krize götürmüştür. IMF’den alınan yardımların şartları doğrultusunda sıkı maliye ve para politikası uygulandı ve kısa sürede krizden kurtulup büyümeye başladık.

***

2002 yılından bu yana yürütülen politikalar, genellikle ekonomide büyümeyi hedefine koymuş politikalardan oluşmaktadır. Bu amaçla kamuda borçlanma sınırlı düzeyde tutulmuş ve bütçe açığının verilmemesi için yüksek oranda dolaylı vergiler uygulanmış, böylelikle duble yol, hastane, okul gibi altyapı yatırımları finanse edilmiştir. Bununla birlikte ekonomik büyüme için yap işlet devret modeli benimsenmiş ve özel sektör yoğun bir şekilde borçlanarak bu yatırımları finanse etmiştir. 2017 sonuna geldiğimizde kamu borcunun düşük ama özel sektör borcunun çok yüksek olduğunu görüyoruz. Aşağıdaki tablo bize kamu + özel kesimin toplam dış borç gelişimini göstermektedir.

***

Özel sektörün bu borç birikimi maalesef çoğunlukla önceki borcu refinanse etmek veya yapılandırmak amaçlı alınan kredilerle oluşmuştur. Bu durum tıpkı Osmanlı Devleti’nin borçlanmasına benzemektedir. Şu an içinde yaşadığımız ve risklerin yüksek olduğu şu ortamda kredilerin refinans maliyeti oldukça yükselmiş hatta bazı bankalar refinansman işlemine kaynak sağlayamaz hale gelmiştir. Vadesi gelen borçların ödenmesi için finansman bulamayan şirketlerin başlarına gelecek hadise bellidir: Mal varlıklarının satışı, işçi çıkarma, konkordato ilanı, şirketi yabancıya satma vb... Üretimin azalması, enflasyonun artması, işsizliğin yükselmesi, sosyal refah ortamının bozulması gibi hadiseler de bunu takip edecek olan olumsuzluklardır ve bu tür olumsuzluklar er ya da geç Ayşe Teyze/Kemal Amca’nın da cebini yakacaktır. Herkese hayırlı kazançlar dilerim.