1959 yılı ilkbaharıydı. Hüseyin, bir şampiyonadan yeni dönmüştü. Yeni bir şampiyona için bütün güreşçiler kampa girdiler. Zannediyorum mayıs ayı idi. Bir akşam vakti Akbaş, pılını pırtısını toplayarak eve geldi. Son derece tedirgin idi. Beti benzi soluktu. Kızgın ve üzgün olarak: “Artık ben gitmiyorum!” dedi. “Ne demek, nasıl olur? Bunca emek, bunca şampiyonluk boşuna mı gidecek?” Güreş­çilerden, yanında Mehmet Yüce de vardı. Acıkmışlardı benden yemek istediler. İçimden yemek yapmak gelmedi. Göz ucuyla dışarıya baktım. Yaşar Hoca geli­yordu. O’nun giydiği ayakkabılar “gıcır gıcır” ses çıkarırdı. İçeri girdi, beklenme­dik bir şekilde Akbaş’a dönerek: “Yazıklar olsun Akbaş!... Neden kampı terk et­tin? Sen ki benim en çok güvendiğim, en çok desteklediğim, en çok sevdiğim gü­reşçisin...” Akbaş, (burnundan soluyarak): Eğer kampta kalır şampiyonaya giderseler; ben, gitmem diyerek, içerideki odaya geçti.” Arkasından hışımla içeri­ye girdi: “Demek, Hoca’ya sen bunu yaptın ha! Yazıklar olsun sana. Bunca eme­ğe karşılık bunu mu yapacaktın?” diyerek, dışarı çıktım. Yaşar Hoca’yı zorla içeri aldım. Yaşar Doğu Hoca’nın morali bozuktu. Üzgün üzgün bana dönerek: “Gelin, sen bunu adam edememişsin!” dedi, şaka yollu konuşmaya başladı. Sonda Akbaş’a işittirmek için sesini yükseltti: “Sen, Akbaş sen söyle, ben bütün kampı boşalta­yım. Ama bana haber vermeden pılını pırtını toplayıp geldin? Sana verdiğim bu kadar emeğin karşılığını böyle mi verecektin?” Akbaş’ın etekleri tutuşmuştu. Hiç sesi çıkmıyordu. Boynunu büktü, süt dökmüş kedi gibi Hoca’nın yanında el pen­çe beklemeye başladı. Hoca, yukarıdan aşağıya saydı saydı. Akbaş hiç konuşmadı. Cevapta vermedi. Daha sonra Hoca’yla birlikte dışarı çıktılar ve gittiler. Türk Güreş tarihi: Yaşar Hoca gibi birini bir daha yetiştiremez. O’nun güreş­çilere karşı yakınlığı, dostluğu ve sıcaklığı ancak bir babanın evladına yapabile­ceği cinsten idi. Kamplarda geceleri güreşçileri sürekli kontrol eder, uyuyan gü­reşçilerin üstünü örter, yastıktan başı düşenlerin yastıklarını düzeltirdi. Doğrusu hocaların hocası Yaşar Doğu, şampiyon­lar şampiyonu da Hüseyin Akbaş’tı. Akbaş’ta hocalık yaptı; fakat Yaşar Doğu gibi asla olamadı.