Peygamberimiz (sav): "Meyveleri mevsiminde yiyiniz." (ed-de'vat, S.159, H.436) buyuruyor. Bir başka hadis-i şeriflerinde de bir defada bir meyve ile yetinilmesi hususunda: "Herkesin, yalnızca bir çeşit meyve yemesi daha iyidir." (Biharul envar, C.62, S.296). 

"Meyveleri ayrı ayrı yiyiniz." (Camiül-Ehadis, S.180) buyuruyor. Yazar Kemal Özer 'Müslümanın Diyeti' isimli kitabında: "Bir müslümanın İslam mutfağından beslenmekten başka seçeneği yok" diyor. 

Peygamberimiz (sav) sabah kahvaltısı ve ikindi akşam arası yenen akşam yemeğinden ibaret olan iki öğün yemeği vardı. Ve Efendimizin evinde üç gün üst üste sıcak yemek pişmemiştir.

Tanzimatla birlikte kültürümüze dahil olan öğle yemeği, beslenme tablosunda gereksiz olarak değerlendirilmektedir. Osmanlı'nın en muktedir padişahlarından Yavuz Sultan Selim Han, Kanuni Sultan Süleyman ve Abdulhamidhan'ın normal zamanlarda üç çeşit yemeğin olduğu sofralara oturmadıklarını biliyoruz. Geleneksel Osmanlı sofraları çorbayla başlayan, pilav, hoşaf ve tatlının bulunduğu sade sofralardır. 

Yemekten önce ve sonra ellerin yıkanması, yemeğe besmele ve tuzla başlanması, önünden yenmesi ve doymadan sofradan kalkılması, midenin üçte birinin yemek, üçte birinin su, üçte birinin ise boş bırakılması sünnetini de Efendimiz'den öğreniyoruz. Acıkmadan yememek de sünnettir bizim inancımızda, ayakta yememek hakeza. 

Bizim ecdadımız sünnet-i seniyyeyi bir hayat tarzı olarak benimsediğinden, bizim maruz kaldığımız sıkıntıları çekmemişlerdir. Benim dedem hayatı boyunca bir günde üç öğün yemek yememiştir. Sabah kahvaltısı ve bir de ikindi akşam arası akşam yemeği. Yatsıyı kıldıktan sonra kesinlikle istirahat, çünkü seherde yapılması gereken görevleri vardı. Çay olarak bizim Ahırdağı'nda yetişen dağ çayından başka bir çay tüketmeden dünyasını değişti dedem. 

Herkes dönüp babasının dedesinin yaşantısına bir göz atabilse, sade yaşamanın ve sağlıklı kalmanın örneğini görür onlarda.

Mesela bizim kültürümüzde lüzumsuz diye bir şey yoktur. Sebze ve meyvelerin kabuğu, çekirdeği bile ayrı ayrı değerlendirilirdi. Karpuz çekirdeği kış çerezi, karpuz kabuğu kış reçeli (ilende) idi. Et kemikli alınır, kemik suyu israf edilmez, her gün etli yemek tüketilmezdi. Ekmeğin artanı harmanda baklavası olurdu pekmez ve yağ katılarak. 

Bulgur pilavı vazgeçilmez öğün, cacık, hoşaf, ekşili salata, ayran, sofranın zenginliğiydi. Çarşıda yemek ayıptı. Hem de güvenilmezdi herkesin evinin mutfağı canını emanet edeceği yerdi. Annelerin elinin değmediği yemek bereketli olmazdı. Sofraya hep birlikte oturulur, yemek kırıntıları asla yere düşürülmez, sofralar ayak altına silkelenmezdi.

Gıdalar mevsimlikti, evlerde 3 buzdolabı 2 derin dondurucu yoktu. Olsa olsa akşam yemeğini yarına kadar bekletebileceğiniz tel dolaplar vardı. Süt kesilirse lor olurdu. Yoğurt kesilirse çökelek olurdu. Çöpe atılacak nimet yoktu bizim mutfağımızda.

Yılda bir kere tarhana edilir, bulgur kaynatılırdı. Pekmez, sucuk, kırma, samsa, bastık, misafirliklerin helal ve temiz ikramlarıydı. Her şey mevsiminde tüketilirdi. Kışın domates yazın portakal olmazdı. Allah her mevsimde insanoğlunun ihtiyacı olan meyve ve sebzeyi o mevsimde halketmiştir. Yeri ve zamanına göre tüketilmelidir. Amma.. Gelin görün ki, tüfenk icad oldu mertlik bozuldu. Bir defa öğünler ikiden sekize çıktı. Yemiyor, yayılıyoruz adeta. Öğünlerde bir arada olmak hayal oldu. Oturarak, sofra kullanarak, nimete saygılı davranarak, besmeleyle şeytanı başımızdan kovarak, sağ elle yiyerek doymak tarihe karıştı. Genleriyle oynanmış, kaynağını bilmediğimiz meyveler sebzeler bizi insanlıktan çıkardı. Sahi, her gün et yemek, etli yemek, firik yemek, döner vs. kimyasallarla zehirlenmek, katkı maddeleriyle hayatımızı karartmak zorunda mıyız? 

Hz.Ömer (ra) Efendimiz, üç gün üst üste et yiyen adamlara iyi gözle bakmazmış. Biz bu düşünceye göre nerede duruyoruz. 

Geçenlerde karı-koca çalışan bir arkadaşım geçinememekten şikayet ediyordu. Ben de, haftada kaç gün yemeğinizi çarşıda yiyorsunuz, dedim. "İkimiz de çalıştığımız için hemen her gün çarşıda yiyoruz" demez mi. Yahu biz boğazımızın batkını olmuşuz da haberimiz yok. Hele şu açık büfe rezaletinden hiç bahsetmeyelim. Bunlar bize ait şeyler değil. 

Domates üretmeyelim demiyorum. Ama domatesi Ruslara satalım, biz mevsimin sebzesine rağbet edelim. Domates neden pahalı? İç tüketim çok fazla, üretim soğuklar sebebiyle gecikmiş, ondan. Yeme kardeşim, yemeyen ölüyor mu? Sen sade yaşa ama S-400 füzesini yapmak için biriktir paracıklarını. 

Daha %100 üretimi bize ait bir otomobilimiz yokken, itin rezilliğinde kazandığın paranı İngiliz, alman, Hollanda otomotiv sanayiine kaptırma. Audiye binmeyen ölmüyor, vallahi de billahi de.

Eğer bugünkü kazancımızı babalarımız ve dedelerimiz gibi harcasak, üretime önem versek, sade yaşayabilsek, ihracatımızı artırabilsek, 10 yıla kalmaz dünya devleri arasına gireriz.

Nolur girersek, şu yalancı dünyada dünya devi olmadan da yaşanmıyor mu derseniz. Kitabımıza bir göz atın derim. Buyuruyor ki Allah: "Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Onunla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve Allah'ın bildiği düşman kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir. Siz asla haksızlığa uğratılmazsınız." (Enfal Suresi, 60.ayet) Şimdinin salma atları uçaklardır, füzelerdir, helikopterlerdir, ordudur, caydırıcılıktır. Dünyaya nizamat vermek ise bizim görevimizdir. İşte delili: 

"Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla (kafirlerle) savaşın. İnkara son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür." (Enfal Suresi, 39.ayet) 

Şimdi bir S-400 füzesi için kaç bin ton domates üretmemiz gerektiğini, o füzelere sahip olmadan her gün kazandığınızı her gün yeme lüksünüzün olup olmadığını idraklerinize, vicdanınıza havale ediyorum.

Şu sosyal medya çıktı çıkalı sır diye bir şey kalmadı. Müslüman milletimizin yeme içme alışkanlığının nerelere düştüğünü çarşaf çarşaf seyrediyoruz sosyal medyada. Siz akşama kadar inkar edin, paylaşımlarınız ne kadar BOĞAZIMIZIN BATKINI olduğumuzu ortaya koymaktadır.

Dönün aslınıza, dininize, geleneklerinize, sade hayatınıza. Yoksa daha çok domates hesabı yaparsınız da ömrünüz yetmez. 

Kalın sağlıcakla.