Recep ayını uğurladık, Şaban’a kavuştuk, Allah Ramazan-ı Şerif’e kavuştursun. Ömrümüzün inişli çıkışlı yollarında bilmem kaçıncı üç aylar da süratle aramızdan geçip gidiyor.

Efendimiz (sas) üç aylar mevsiminde sair zamanlara göre ibadet anlamında yoğun bir hayat sürerlermiş. Oruçlarını, gece ibadetlerini, sadakalarını artırır, dünya işlerini azaltırmış. O’nun sadık takipçileri sahabe-i kiram, tabiin ve selef-i salihin de tıpkı Peygamberimiz gibi üç aylar mevsiminde zengin bir dini hayatı kendilerine şiar edinmişlerdir. Osmanlı Devleti’nde, sünnet-i seniyyenin padişahtan başlamak üzere sıradan halka gelinceye kadar her kesimde paylaşıldığı zengin bir dini hayat mevcuttur.

Bizler de Osmanlı’nın torunları olarak çocukluğumuz ve gençliğimizde üç ayların manevi zenginliğine şahitlik etmiş bir kuşağın insanlarıyız. Bizim babalarımız Ramazan’a yaklaşırken özel bir hazırlığın telaşında olurlardı.

Şalvarlar diktirilirdi teravihte rahat rahat ibadet için, sahurluk ve iftarlıklar tedarik edilirdi. Üç ayları toptan oruçla geçiren insan sayımız çoktu. İlaç kullananımız bu kadar çok değildi. Midelerimiz de bu kadar ifsada uğramamıştı.

Nafile oruçlarla hazırlanılırdı Ramazan ayına. Çünkü Ramazan’da oruç Allah’ın emriydi ve mazeretimiz olamazdı. Doktorlar daha dikkatli idi, oruç tutulması sıhhat kaynağı olarak görülürdü. Oruç tutmamak büyük günahtı. Hocalar da bu kadar cüretkar değildi, önüne gelene fetva veremezlerdi orucu yemeleri için.

Varlıklı aileler Ramazan’da mukabeleler okutmak ve her gün iftar sofraları düzenlemek hususunda birbirleriyle yarışırlardı.

Ben 16 yaşında genç bir imam olarak Kazancı Camii’nde göreve başladığımda ilk Ramazan ayında camimizin karşısındaki Uncu Hacı Ali Efendi’nin her Ramazan akşamı iftar sofrasında mahallenin diğer eşrafıyla birlikte hazır bulunmam gerektiğini öğrenince hem yadırgamış, hem de imrenmiştim. Yani bir insan tüm Ramazan boyunca bir defa da kendi ailesiyle baş başa kalmak istemez miydi? Hayır, istemezdi. Çünkü iftar sofrasında alınan dualar hiçbir şeyle değişilmezdi. Ben bir manifaturacı çocuğuydum. Ramazan yaklaştığında zekat mükellefi zenginlerin hanımları mağazamızdan yüklü alışverişler yaparlardı zekat dağıtmak için. Sessiz ve derinden, gösterişe kapılmadan kapılar çalınır, gönüller alınır, hatırlar sorulur, hastalar ziyaret edilir, eski komşular aranıp bulunurdu. Sadakalar gönül kırılmadan, onurlar incitilmeden yerine ulaştırılırdı. Erzak paketleri genelde geceleri karanlıkta dağıtılırdı. Alan vereni görmesin diye.

Sade bir hayat, herkesin kabulü olduğu için kimse gösteriş ve alayişi sevmezdi. Yalnızca zenginlerin davet edildiği lüks lokantalarda israfın dibe vurduğu iftarlar yoktu o zamanlar.

Şimdi Receb’i geride bırakıp Şaban ayına girdiğimiz şu günlerde oruçla tanışan, oruca alışan kim varsa ona minnettar olurum. Lakin Çerkez Hoca Efendi’nin dediği gibi Recep, Şaban derken Ramazan da gelip geçecek, bayram ölüverecek bu gidişle.

Lüks ve israfın had safhaya ulaştığı günümüzde her şey ucuzladı. Dini hayat da ucuzladı. Namaz, oruç, zekat, gece ibadeti, haramlardan sakınma, helale rağbet etme, artık birinci önceliğimiz olmaktan çıktı. Onun için de başımız beladan kurtulmuyor.

Camcının biri ayna kesiyormuş yüzlerce, bir kullanımlık. Ne için derseniz, düğünde misafirlerin masalarına konulmak üzere. Velimesi olmayan düğünlere iştirak eden, yarı giyinmiş yarı çıplak erkek ve kadınların ettikleri dua, olsa olsa evlenen çiftlere zulüm olarak yansır, biliyor musunuz?

Araplarda bir adam düğün yaptığında “Ben düğünümde 80 koyun 20 deve döktüm” diye övünürmüş. Araplardan geri kalır yanımız yok. Biz de sokağa attığımız milyonlarla övünüyoruz düğünlerimizde. Herkes “bir defacıktan bir şey olmaz” diye diye geldik buralara.

Dini hassasiyeti olan aileler bile artık “uydum kalabalığa” bahanesine sığınıyorlar artık. Ama unutmayın, bizler İslam dininin şerefli mensuplarıyız. Bize hıristiyanlar, yahudiler, ateistler gibi yaşamak yakışmaz. Bizim ibadetimiz, alışverişimiz, muamelatımız, muaşeretimiz, konuşmamız, oturup kalkmamız, bir Müslüman’a yakışır ciddiyette olmalı.

Halkın refah seviyesi arttıkça dini hayatı fakirleşiyorsa, o devlet yıkılmaya mahkumdur. Çünkü Allah, münafıkları sevmez. Ya göründüğümüz gibi olmalı, ya olduğumuz gibi görünmeliyiz.

Gelin kardeşlerim, şeytanı başınızdan kovun, Ramazan-ı Şerif’i vesile kılın. Dini hayatımızı nerede unuttuk, bir bakın. Yitiğinizi bulun. Zekat hesaplarınızı şimdiden yapın, fakirle aranıza aracı koymayın. Yardımlarınızı elinizle yerine ulaştırın.

Evlerinizde çocuklarınızın görebileceği bir seccadeniz ve o seccadede kılınmış namazlarınız, yine çocuklarınızın görebileceği bir Kur’an-ı Keriminiz ve o Kur’an’da okunmuş hatm-i şerifleriniz olsun.

Oruca devam edin, faizden uzak kalın. İçki, zina, kumar (toto, loto, bahis, iddia vs. dahi) sizin hayatınıza tecavüz etmesin. Allah’tan korkun, israftan sakının. Helale rağbet edin. Unutmayın, ahiret hayatınız, dünya hayatınızla eş orantılıdır.

Dünyada ne kadar zengin bir dini hayatınız varsa, ahirette de o kadar zengin bir cennet hayatınız olacaktır.

Siz Allah’ın emirlerini önemsemez ve hafife alırsanız, o zaman Allah ta sizi cehennemin hangi katında cezalandıracağını hiç mi hiç düşünmez.

Yaklaşan Ramazan’a Müslümanca yaklaşabilmek umuduyla.

Kalın sağlıcakla.