Kahramanmaraş İl Müftülüğüne ve Diyanet İşleri Başkanlığına Açık Mektûb

Camilerdeki Oturak Garabeti…

                Geçtiğimiz hafta, Diyanet İşleri Başkanlığı uzun zamandır büyük bir problem haline gelen ve dillendirilen bir uygulamaya son verme yönünce irade ortaya koydu. Son yıllarda usul usul camilere sızmaya başlayan ve gittikçe alenileşerek normalleştirilmeye çalışılan oturak uygulamasına son veren cesur ve yerinde bir karar alınarak müftülüklere tebliğ edildi. “Uygulama” derken yanlış anlaşılmasın, zaten diyanetin böyle bir uygulaması yoktu. Bir kısım ellerle, -ama bilinçli, ama bilinçsiz- teâmül haline getirilmişti, bu uygulama.

                Önce tek tük oturaklarla başladı, derken sayıları arttı. Nihayetinde caminin en arka safında sıra verdi dizilmiş oturak ve sandalyelerle özel bir loca konumuna gelen oturaklı namaz kılma yerleri icâd edildi. Hatta bazılarında daha da ileri gidilerek, sütre mantığıyla ipler de gerilmeye başlandı.  Sanki bin dört yüz senedir akıl edilememiş bir kolaylık (!) meşrulaşma yoluna gitti.

Önceleri bazı ihtiyarların –belki zorunluluktan, belki cahillikten- kullandığı bu garip uygulama; zamanla orta yaşlılar, kilolular, dizi ağrıyanlar ve kendini iyi hissetmeyenler için bir namaz kılma şekline dönüştü. Kimileri yer kapma yarışına girerek tabureler kapmaya ve yanlarında oturaklarını bile getirmeye başladılar. Bazı vilayetlerimizde okul sıralarına benzer tarzda arka arkaya dizilmiş çoklu oturakların caminin bir tarafını kaplayacak şekilde yerleştirildiği bile görüldü.

Kilise modelinin sinsice camilere entegre edilmeye çalışıldığı bu yapılanma, akla İslâm’ı protestanlaştırma projelerinin bir parçası mı, sorusunu getiriyor. İnsan herhangi bir oturakta namaz kılamaz mı, sorusu pekâlâ sorulabilir. Kişinin şahsi sağlık problemi ile ilgili zorunlu hallerde ve kişiye özel fetvâyla tabi ki bu mümkündür. “Zaruretler haramları mübah kılar” düsturu zaten kişinin durumuna özel fetvâ imkânı verir. Ama sadece istisnaî durumlarda. Ancak bizdeki istisnai ve fetvâsı alınmış bir durum değil. Maalesef bu durum, keyfe müteâllik ve kıyamda durmamak için geliştirilmiş bir kaçamak oldu. Fıkıhta işin aslı, kıyamda duramayan kişinin kıble yönüne gelecek şekilde oturarak ve bacaklarını birleştirerek uzatması ve öylece namazını kılmasıdır. Kadimden beri uygulama da bu şekil idi. Diyanet İşleri Başkanlığımızı bu kararı dolayısıyla cân-ı gönülden tebrik ediyorum.

Cami çinîlerindeki ve halılarındaki gizli yüzler…    

                Çocukluğumuzda yoktu. Zaten küçük olduğumuz için de fark edemezdik. Ama asla büyüklerimizden de işitmediğimiz için zihin dünyamızda da yer eden bir mesele değildi. Son çeyrek asırda seccadelerle başlayan ve desenler içerisine ustaca yerleştirilmiş animasyon yüzler iyice fazlalaştı. Evlerimize seccadelerle giren yüzler, şimdilerde camilere de sızmış durumda.

                Zaman zaman dikkat çekecek tarzda, bazen de dikkatlice incelendiğinde fark edilebilen çeşitli insan ve hayvan yüzleri… Üç boyut mantığıyla ve ustaca çizgilerle cami halıları ile mihrap yönündeki çinî tezhiplerinde bu yüz hatları fark edilmektedir. Çoğunlukla çiçek desenleri arasına gizlenmiş iki göz, burun, ağız ve çehre çizgileriyle tamamlanan bu çizimler camilerin içine sinsice sokulmuş hâlde. İslâm’ın başlangıcı olan tevhîd, “Lâ ilâhe illâllah…” cümlesi ile başlar ve önce sahte ilâhlara savaş açarak putperestliği (şirk) en büyük suç olarak ilân eder. İnsanları Allah’tan gayrısına tapınmaktan kurtarmayı esas alır. İşte tam bu noktada Allah’ın evinde, Allah’ın kulları farkında olmayarak, gizli yüzler önünde secde etmeye yönlendiriliyor. 

                Bir iki yerde rastlansa tesadüf ve benzettim der geçersiniz. Ancak artık iyice yaygınlaşmaya başladı. Bu durumun tesadüf olmadığı aşikârdır. Bunun İslâm dünyasına karşı gizli ve sinsi bir protestanlaştırma projesinin farklı bir adımı olduğunda hiçbir şüphem yoktur. İslâm’a karşı; Yahudi-Hristiyan-Budist ittifakının dünyanın her yerinde el ele olduğunu inkâr etmek ya bilgisizliğin, ya da saflığın neticesidir. Bu tip çizimlerin de, kesinlikle Müslüman animatörlerin elinden çıktığını düşünmüyorum. Subliminal mesajlarla beyin kontrolü (the mınd control) metodlarının en yoğun yapıldığı alanların başında animasyon (çizgi karakter) endüstrisinin geldiğini unutmayalım. Hepimiz bilinçli, ya da bilinçsiz, isteyerek ya da istemeyerek bu beyin kontrolüne yönelik mesajların bir şekilde etkisi altında kalıyoruz.

                İnsan, keçi, domuz, inek, şeytan, yılan, kuş gibi çeşitli karakter yüzleri her yere, özellikle ibadet alanlarımıza ve malzemelerimize bu yöntemlerle sokuluyor. Çok insan da farkında değil. Söylediğinizi birçok Müslüman da (!) önemsemiyor. Bu mevzu siyasi bir mevzu da değil. Her Müslümanın hassas olması gereken bir husus. Hassaslığını kaybettiği noktadan vurulur insan.

Seccadelerimizde Beytullah’ın resimlerinin olduğu desenler de mevcut. Ne mantıkla yapılıyor, hiç sorgulamıyoruz. Allah’ın evi Kâbe-i muazzamanın yere serilen seccadede ne işi var. Kendi elimizle Kâbe’yi ayaklarımızın altına seriyoruz, hiç düşündük mü? İslâm’a ve İslâm’ın değerlerine hürmetiyle tanınan Müslüman Türk Milleti için, Beytullah’ın seccadede de olsa ayaklarımızın altına serilmesi hangi edeb hisleriyle açıklanabilir?

Yakın zamanda şehrimizde yapılan bir caminin mihrap mukarnasları karşıdan bakıldığında gözleri, burnu ve çehresiyle bir yüz görüntüsü veriyor. Belki yapan taş ustasının bile fark etmediği bu duruma müdahale edilmesi lazım. Yine bir camimizin mihrap duvarındaki çini tezhipleri arasına ustaca yerleştirilmiş gözlerden müteşekkil çehre dikkat çekmiş olacak ki, üzeri çini desenli bir kaplamayla yapıştırılarak kapatılmış. Kahramanmaraş’ta ilk kez böyle olumlu bir müdahale gördüm. Tebrik ediyorum.

Müftülüğümüze çağrım şu ki; konuyla ilgili hassas ve müdekkîk bir heyet oluşturularak tüm camilerimizin tezyînatı gözden geçirilsin. Bu şekilde sorunlu halı, çinî, mukarnas ve diğer alanlarda tespit edilen yerlerin bir şekilde düzeltilme imkânı varsa düzeltilsin. Yok, eğer bu imkân dâhilinde değilse, yukarıda cami örneğinde bahsettiğim gibi üzerleri kaplamayla kapatılsın. Merhûm Fatih de, Ayasofya’yı camiye çevirirken duvarlardaki ikonaların üzerlerini badana ile kapattırmamış mıydı? Cumhuriyet döneminde müzeye çevrilince, badanaların kazınmasıyla o resimler meydana çıkmadı mı?

Ayrıca yeni yapılacak camilerimiz ve yenilenecek cami halılarımız için bu konuyla ilgili müftülüklerce ehil bir komisyon oluşturulmalı. Cami dernek ve mütevellilerinin tezyînat seçimlerine bu komisyon tarafından onay verildikten sonra başlanması en doğru adımlardan birisi olacaktır. Vaaz ve hutbelerde de; evlerimizdeki seccadelerimizin seçiminde bu hususa dikkat edilmesine yönelik vatandaşlara bilgilendirici ve bilinçlendirici çalışmalar yapılmalıdır.

Unutulmamalıdır ki, bu konuda her Müslümana bulunduğu konum itibarıyla sorumluluk ve vebâl vardır. Ben bu köşede şahsi olarak vazifemi yaptığıma inanıyorum. Bu hususta en çok manevi sorumluluk cami imam ve hatipleri ile müftülüklerimiz ve Diyanet İşleri Başkanlığımıza aittir. Kamuoyuna saygı ile duyurulur…