Sürekli ‘yapılacaklar’ listesi yazan biri olduğum için.
Yaptıklarımın üstünü çiziyorum diye.
Ne yani, üstünü çizmek için mi bu kadar uğraştım?
Sonra yeni şeyler.
Güzel olan hep yeni olanmış gibi.
Olup bitenleri, bazen bir sineği savar gibi elimle uzaklaştırarak, olacakları düşleyerek geçen günler.
Bekleyiş hayatı o. Ve işin acayibi, inmek istediğin durak hep bir sonraki oluyor.
Derken yolcuğunun sonuna geliyorsun.
Varan yoktur gideceği yere. Dünyanın oyunu bu. İşte böyle bir koşturma.
Sonra dün, bir fotoğraf gördüm.
“These are the good old days” posteri asılı bir salon.
‘İşte bunlar eski güzel günler’ diyor.
Yaşadığın günlerin kıymetini bil ey insan, asıl gün bugün der gibi.
Doğum gününü kutlar gibi, hayat gününü kutluyor musun her pazartesi, her salı, her çarşamba, her perşembe, her cuma, her cumartesi ve her pazar...
Yoksa bir baykuş gibi, anca kafanı tam arkaya çevirdiğinde mi görebiliyorsun günlerinin kıymetini?
Yazık... Halbuki bugündü işte o güzel eski gün. Gözünden kaçmış olmalı.
Bir çocuğa yarın dediğin zaman, o kadar uzak bir zaman düşünüyor ki...
Mesela dinozor çağı kadar uzak bir zamanı.
Aklı hayali almıyor yani, yarın ne demek...
Yarına kadar bekleyemez, yarına kadar kim beklemiş Allah aşkına!
Hep şimdi duyuyorsun ondan, hep bugün hep hadi. Kendi hantallığından usandırıyor seni bir çocukla yaşamak.
Bir günü, bir ömrü yaşar gibi, tıklım tıkış dolu dolu yaşamak gerek.
Yarın, balık gibi kaygan bir şey. Tam tuttun sanırken, kayıp gidiyor yarın.
O sebeple, ne yapacaksak bugün yapalım, bugün yapmaya başlayalım.
Eski güzel günler, bugünler.
Bugünleri, hatırlamak istediğimiz eski güzel günler gibi yaşayalım.
Kaybedecek bir saniyemiz yok. Erteleyecek bir anımız yok.
Günün sonunda, günü çerçeveye alıp asacak kadar övünmeliyiz onunla.
Bunun için, illa Machu Picchu’da selfie çekmemiz gerekmez.
Bunu, işe yürürken de yapabiliriz.
Karanlık düşüncelerin batağından hep iyi düşünceler çıkaracak bizi.
Bunu en son, Yeni Zelanda’daki korkunç katliam sonrası bir kez daha anladım.
Böyle bir karanlığa lanet okumaktan başka ne yapabilirsin?
Andrew Graystone olabilirsin mesela.
Kendisi Hıristiyan bir İngiliz olmasına rağmen, bu iki sıfatı da bir kenara koyup, Manchester’da Madina Camisi’nde Cuma namazı boyunca dışarıda şu pankartla beklemiş: ‘Sen benim arkadaşımsın. Dua ederken izleyeceğim.’
Korku yerine arkadaşlığı koydum demiş soranlara.
Zülfü Livaneli’nin Ada şarkısında söylediğine inanıyorum ben. Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey.
Madem eski güzel günlerimizdeyiz, kötü duyguların yerine neleri koyabiliriz diye bir bakınalım mı?