Bir önceki yazıda büyüme rakamlarını analiz etmiş, büyümenin sürdürülebilir olması için tüketim odaklı değil, üretim odaklı bir büyüme politikasının benimsenmesi gerektiğini belirtmiştim.

Üretim odaklı politikalar denince hemen aklımıza fabrikalar, kobiler, esnaflar vs. gelmektedir. Bunların üretimi arttırmaya yönelik katkıları tabiki inkar edilemez. Öte yandan üretim odaklı büyüme fikrinin sadece bir endüstri hamlesi olarak değil aynı zamanda tabana yayılmış bir ideal haline gelmesi, üretimde istenen düzeye daha hızlı ulaşmamızı sağlar.

Dünya genelinde birçok ülkeye kıyasla nüfus yaş ortalamamız bakımından daha avantajlıyız. Genel nüfus yaş ortalamamız olan 29 yaş ile genç nüfusun çoğunluk olduğu bir ülkeyiz. Bununla birlikte genç nüfus işsizlik oranı bakımından dünya sıralamasında sonlarda yer almaktayız. Üretimin tabana yayılması bakımından önemli bir avantaj olan genç nüfus çoğunluğunu maalesef avantaja dönüştüremiyoruz.

Gençler üretime geç katılıyor

Böylesine bir nüfus gücünü avantaja çeviremememizin sebebi genç nüfusun üretim hayatına çok geç katılmasıdır. Bir insan ilkokulu okuyor ve o sırada “ondan hiçbir şey beklenmemeli” deniliyor. Ortaokul okuyor “Aman oğlum kızım oku hiçbir şey yapma, liseyi üniversiteyi kazan başka bir şey istemiyorum” deniyor. Üniversite okurken de aynı şekilde, tek hedef var o da okulu bitirebilmek. Kişi 24-25 yaşına geliyor ama hala üretim namına bir şey sergileyememiş.

Ayrıca şu an önümüzde uzun bir yaz tatili var. Halen öğrenci statüsünde olan gençler açısından yaz tatili “hiçbir şey yapmama” olarak algılanmakta. Bu kadar genç nüfusun bütün bir yaz boyunca bir şeyler üretmeden zamanını boşa tüketmesi ülke açısından büyük kayıp. Bu duruma biraz da “toplu okullaşma” sebep oluyor. Toplu okullaşmanın getirileri olduğu kadar görünmeyen maliyetleri de var. Bu maliyetler özetle şu şekildedir: “Gündüz okunur, akşam okunmaz.” “Kışın okunur, yazın okunmaz.” “Okulda okunur, dışarda okunmaz.” “Öğretmenden öğrenilir, temizlik görevlisinden öğrenilmez.” Kısacası, toplu okullaşma, bilgiyi mevsimle, mekanla ve insanla sınırlandırmaya sebebiyet veriyor ve neticesinde daha önceden de değinmiş olduğum “rutinleşme” baş gösteriyor.

Gençlerin bir şey üretmesi denince sadece sanayide ya da esnafın yanında çırak olarak çalışması akla gelmemelidir. Müzik, tiyatro, sinema, spor, e-ticaret, drone teknolojisi, 3 boyutlu yazıcılar vb.gibi bir çok alanda gençler üretim yeteneklerini sergileyebilirler. Önemli olan gençleri rutinleşme bataklığından kurtarıp bu alanları kendilerine süslü göstermek, onları teşvik etmektir.

Eğitim sistemiyle dillere destan ülkelerden olan Finlandiya’da, bir derste 12 yaşındaki öğrenciler antik Roma dönemiyle günümüz Finlandiya’sını karşılaştırırken Roma mimarisinin bir minyatürünü oluşturmak için 3 boyutlu yazıcılardan yararlanıyorlar. Hem gelecek teknolojisini öğreniyorlar hem de üreterek öğreniyorlar. Finlandiya eğitim sistemi, sadece kitaplar ile öğrenme sağlanamayacağını 20 yıl önce idrak etmiş ve bu konuda oldukça çok yol almış.

Gençlerin üretim hayatında yer almamasındaki bir diğer etken tüketim bolluğudur. Bisiklet alamadığı için kendi tahta arabasını yapan ya da dedesinin yaptığı ağaçtan oyma oyuncağıyla yetinen çocukların sayısı tükenmek üzere. Hazır sunulana rağbet gittikçe artıyor. Çok geniş boyutlara varan tüketim bolluğunun zararlı etkilerinden korunmak bizim elimizde. Belki de kızımıza bir bebek almadan önce kendisinden -bir şeye benzemese de- bir bez bebek üretmesini istemeliyiz. Ya da sofraya bir ekmek koymadan önce oğlumuza ya da kızımıza buğday başağından un üretmeyi öğretmeliyiz.

Üretim düşüncesinin tabana yayılması için özellikle genç nüfusu rutin hayat tuzağından kurtarıp üretime teşvik etmeliyiz. Bu sayede bir taşla iki kuş vurmuş oluruz. Hem ilerleyen dönemlerde genç işsizliği oranı geriler hem de üretime dayalı sürdürülebilir büyüme sağlanır. Herkese hayırlı kazançlar ve mutlu bir Ramazan bayramı dilerim.