Her neden se son zamanlarda insanlığımıza dair birçok vasfımızı, yavaş yavaş yitirdiğimize inanıyorum…

Belki de amacımızla olan bağımızı yitirdik, hayatımız da bizim için öncelikli olması gereken şeylerin değerini görmezden geldik…

Birçoğumuz yaşadığımız fırtınalı günlerden sonra kendimizi daha emin hissettiğimiz sahillere çekildik ve “ O ” sahillerde fırtınalardan hasar gören “ Gemilerimizi ” tamire koyulduk.

Aradan uzun yıllar geçti…

Hasar gören Geminin Kaptan’ı yılmadı..!

Gemisini kendi aklı, sabrı ve çabaları ile tamir etti. Hayatın ona yaşattıkları ile edindiği, birbirinden değerli tecrübelerini hiçbir menfaat ve beklentisi olmadan eğitimlerini de tamamlattığı tayfalarına aktardı.

O geçmişin intikamını almak için değil..!

Yarınların gelecek nesillerine iyi bir hayat sunabilmeleri için “ 2 Uzun Yol Gemi Kaptanı ” daha yetiştirdi.

En Uzak mesafe ne Afrika’dır    Ne Cin,    Ne Hindistan,    Ne Seyyareler,    Ne yıldızlar geceleri ışıldayan...

En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir birbirini anlamayan…”der Sevgili Can Yücel.

İşte bu 2 Uzun Yol Gemi Kaptanının da en uzak mesafesi onlar için hiçbir anlamı olmayan bir kelimenin “ Sevgi ” den yoksun sahibi oldu…

Son yaşadıklarımızda bizde “ Saygı ” dan ileri gelen “ Sevgi ” sini de alıp götürdü…

Hazır söz sevgiden açılmışken bir yerde okuduğum bir hikâyeyi paylaşmak isterim;

“ Japon bir mimar evini baştan sona yeniler. Tamirat esnasında söktüğü kapılardan birinin duvarla irtibatlı bölümünün iç kısmında, iki tahta arasında sıkışıp kalmış bir kertenkele bulur. Biraz daha dikkatli bakınca kertenkelenin hayatta olduğunu görüp şaşırır. Onu oradan kurtarmaya çalışırken kertenkelenin bir ayağından duvara çivilenmiş olduğunu fark eder. On yıl önce yapılmış olan eve kapısı takılırken dışarıdan çakılan bir çivi o an kapı ile duvar arasında bulunan kertenkelenin ayağına isabet etmiş olmalıydı herhalde diye düşünür.

Şaşırtıcı olan ise nasıl olmuştu da bu kertenkele bir santim bile kıpırdama imkânı olmayan duvar boşluğunda canlı kalabilmişti?                                                                                       Mimar tamirat işlerini bir kenara bırakarak kertenkeleyi izleme kararı verir. Zira bu canlı yalnız hava ile beslenmediğine göre bu kadar uzun bir süre yaşamını nasıl sürdürdüğünü merak eder. Epeyce bir süre sonra mimar duvar boşluğunda bir hareket olduğunu fark eder. Çivilenmiş olan kertenkelenin yanında nereden çıktığını tam olarak belirleyemediği başka bir kertenkelenin geldiğini görür. Gelen kertenkelenin yerinden kıpırdayamayan hemcinsine ağzıyla yiyecek taşıdığını görür ve anlar…

Aslında önemli olan; Sizin kimi ne kadar sevdiğinizden çok, Sizi kimin ne kadar sevdiği ya da sevmediği daha çok önemli…

Kim bilir? Belki bu kertenkele diğerinin annesiydi, belki kardeşiydi veyahut can dostum dediği arkadaşıydı. Yaşamda neleri paylaşmışlardı? Bilemeyiz ki!

Ama bilinen tek bir şey var ki..!

O da aralarındaki güçlü “ Sevgi ” ve birinin bıkıp usanmadan diğerini hayatta tutabilmek için bir anlamda “ Fedakârlık ” yapmasına neden olmuştu…

Söz sevgiden açılmışken, yeni belki de geç öğrendiğim bir şey var. Sizin kimi ne kadar sevdiğiniz artık Sizin kimi ne kadar sevdiğinizden daha çok, sizi kimin ne kadar sevdiği ya da sevmediği çok daha önemli.

Bu kertenkele diğerinin belki annesiydi, belki eşi ve yahut arkadaşıydı. Yaşamda neleri paylaşmışlardı? Kim bilir? Ama bilinen bir şey var ki; aralarındaki güçlü sevgi ve bağ birinin bıkıp usanmadan diğerini hayatta tutabilmek için bir anlamda fedakârlık yapmasına neden olmuştu. Bu bağa verilen isim sevgidir. 

''Yalnızlık, insanın çevresinde insan olmaması demek değildir. İnsan kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramadığı ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğu zaman kendisini yalnız hisseder.''

Carl Gustav Jung (1875-1961)