Anadolu coğrafyasının, günümüze kadar sürecek olan kitlesel göçlerin yönelim merkezi olmasının başlangıcı ise son 2,5 asrın hareketliliğidir. Askeri ve teknik anlamda iyice güçlenen Avrupa karşısında eski gücünü muhafaza edemeyen Osmanlı’nın, artık kendi topraklarını bile koruyamadığı bir sürece girilmiştir. İşte bu süreçte ilk elden çıkan Müslüman toprakları da kuzey yönlü olmuştur. Kuzeyde Rus yayılmasının durdurulamaması neticesinde birer ikişer elden çıkan topraklar, kuzey-güney doğrultulu kitlesel göçlerin de kaynağı oldu.

Altınordu bakiyeleri olan Kazan, Kasım, Astırhan (Ejderhan) gibi hanlıkları ele geçiren Rusların, 1770’den itibaren Kırım’ı istila etmeleriyle beraber katliamlardan kaçan insanların, Anadolu’ya göç akışı da durdurulamaz hale gelir.

18.yy.’ın son çeyreğinden itibaren Karadeniz üzerinden gelen Tatarları, yüz yıl geçmeden Kafkasya’dan gelen Çeçen, Çerkez göçleri takip edecektir. Anadolu’nun birçok yerine yerleştirilen bu insanlar için yeni vatanları bu topraklar olurken, geride bıraktıkları ve sayıları yüzbinleri bulan soydaşları için Karadeniz’in soğuk ve karanlık suları mezar olmuştur. Karadeniz; 18.yy. sonlarından itibaren Anadolu’ya can atmaya çalışan sayısız Tatar, Çeçen, Çerkez, Dağıstanlı vs. Müslümanın kayık ve gemilerinin ya fırtınalarda battığı, ya da Rus gemilerince batırılarak şehîd edildiği bir Müslüman Kabristanına dönüşmüştür.

Çevreden merkeze doğru gerçekleşen bu daralma sadece kuzey yönlü olmamış, 20. Asrın başlarındaki Balkan Harbi felaketiyle 5 asırlık yurtlarını kaybeden ve soykırıma tabi tutulan yüz binlerce Balkan Muhaciri 1912 sonlarından itibaren Anadolu’ya can atmıştır.

Osmanlı’nın yıkılma ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulma sürecinde Anadolu’daki Müslüman nüfusu bu muhaceretlerle artarken, gayrimüslim nüfusunun da büyük bölümü tersine göçle bu toprakları terk etmiştir. Tehcir, Nüfus Mübâdelesi ve Hristiyan ülkelere yerleşme düşüncesiyle gerçekleşen bu Rum ve Ermeni göçlerini, 1948’de İsrail’in kurulmasından sonra Filistin bölgesine gerçekleşen Türkiye Yahudilerinin göçü izlemiştir. Bu son grup; 15. yy. sonlarında 2.Bayezıd devrinde, İspanyol katliamından Türk Denizcileri tarafından kurtarılarak başta İstanbul, Selanik, Edirne ve İzmir’e yerleştirilen Sefared Yahudilerinin devamıydı.

Cumhuriyet döneminde, Anadolu’ya muhaceret kapısı, nüfus mübadelesiyle Yunanistan’dan Türkiye’ye göçen Türklerle açılırken; sonraki yıllarda Stalin zulmünden Türkiye’ye gelmeyi başaran Ahıska Türkleri yeni muhacirler olur.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, yıkılan Avrupa’nın iş gücüne ihtiyaç duymasıyla bu sefer de, Anadolu’dan Avrupa’ya işçi göçleri büyük bir sosyo-ekonomik göç dalgası oldu. Ancak bu dalga, tarih boyu yapılan tüm iç ve dış göçlerin aksine geride bıraktığı ülkeyle bağlarını koparmayan ve geri dönüşü mümkün olan bir hareketlilik oldu.

Soğuk savaş yıllarının en mühim göç dalgası ise asimilasyona tabi tutulan ve Naim Süleymanoğlu ile özdeşleşen Bulgaristan Türklerinin gelişi oldu. Bu dönem ayrıca, Afganistan’ın SSCB Rusya’sı tarafından işgaliyle başlayan Sovyet-Afgan Savaşı’nın yıkımından hicret etmek zorunda kalan sayısız Afganlının göçüne şahitlik etti. Az bir miktarı Türkiye’ye gelen bu Afganlar genel olarak Hatay vilayetimiz dâhilinde iskân edildiler.

Yine aynı dönemin şartları içerisinde Anadolu’ya can atan Kırgız Türklerinden oluşan bir topluluğun Van bölgesine istihdam edildiğini görüyoruz. Çin zulmünden kaçabilerek Türkiye’ye can atan Uygurların ise mevcudu oldukça sınırlı kalmaktadır.

(Devam Edecek)