“Ahur”; Farsça kökenli bir kelimedir. Bunun Türkçeleşmiş hâli ise ahırdır. Farsça kökenli kelimeler niçin dilimizde yoğun olarak kullanılmaktadır? Bu sorunun cevabı Oğuzların İslâm’a girdikleri coğrafyanın Fars kültürünün etkin olduğu topraklar olmasından kaynaklanmaktadır. 11.asır başlarından itibaren Oğuz Türklerinin Selçuk Bey’le yoğun bir şekilde İslamlaşma sürecine girmesiyle birlikte, Fars kültürünün merkez hinterlandı olan İran coğrafyası da Müslüman Oğuzların kontrolüne geçti. Bu durum aynı zamanda Oğuzların yerleşik hayata geçiş sürecinin de hızlanmasına yol açtı.

            İran coğrafyası Oğuzların İslamlaşma sürecine ve hakimiyetine şahit olurken, İslâm dinine ait çok sayıda kavram da Farsça üzerinden Türkçeye girerek yerleşti. Namaz ve abdest gibi kavramların Farsça olduğu bilmek bile tesirin yoğunluğunun en bariz misallerdir. Neticede İslâmiyet Fars kültürü üzerinden Türkler arasında yayıldı. Bu durum dil ve kültüre ait kelime ve kavramlar için de geçerli oldu. Çok sayıda Farsça kelime zamanla Türkçeleşti. Ahır kelimesinde olduğu gibi…

            Burada şu hususu özellikle belirtmek gerekmektedir ki, o da; Fars kültürünün hakim olduğu İran coğrafyasının 16. asra kadar, yani Şah İsmail Safevi’ye kadar yoğun bir sünnî coğrafyası olduğu hakikatidir. Bu hususu beyan etmekten maksat, Oğuzların İslamlaşma sürecinin şiî karakterlerle herhangi bir ilgisinin olmadığının bilinmesidir. Zaten 11.-16. asır arası İran tamamen Sünnî (Selçuklu, Harzemşah, Celayirli, Karakoyunlu, Timurlu, Akkayonlu) Türklerin hakimiyet sahasıdır.

            Bu kısa izahtan sonra Ahur/Ahır Dağı isminin kaynaklarına bakmakta fayda vardır.

            Ahır Dağı-Ahir Dağı kafa karışıklığına kaynaklar arasında ilk kez Besim Atalay’ın “Maraş Tarihi ve Coğrafyası” adlı eserinde rastlanmaktadır. Malum olduğu üzere Besim Atalay; Osmanlı’nın son döneminde Uşak’ta dünyaya gelerek, hem medrese hem modern mektep eğitimi alıp, kendisini yetiştirmiş çok yönlü bir şahsiyettir. 1332 (1916) yılında Maraş Maarif Müdürlüğü (Milli Eğitim) yaparken bu eseri kaleme almış; eser, kendisi mecliste mebus iken 1339  (1923) yılında Maarif Vekâletince yayınlanmıştı.

            Kitabın merhum Yusuf Özbaş tarafından Osmanlıca aslından Latin harflerine aktarılmış olan İstanbul 1973 baskısında konu ile ilgili satırlara bakıldığında şöyle bir manzarayla karşılaşılmaktadır. İsim, kitabın 164. sayfasındaki “Mer’aş Coğrafyası” ve 171. sahifesindeki “Ahvâl-i Tabiiyye” konu başlıklarında “Ahır Dağı” şeklinde geçerken; “Ormanlar” ve “Mesaha” adlı bölümlerinin olduğu 173. sayfasında “Ahir Dağı” şeklindedir.

Yine kitabın İlyas Gökhan-Mehmet Karataş tarafından yapılan yeni transkripsiyonunun 2008-Kahramanmaraş baskısında aynı bölümler “Ahır Dağı” şeklinde çevrilmiş ve Osmanlıca aslının bilgisayarla yazıldığı aynı kısımlarında şapkalı elif-hı-ye-ra harfleriyle “Ahir Dağı” şeklinde yazılmış.  

            Görüldüğü üzere “Ahir Dağı” yazımına ilk kez 1923 basımlı Besim Atalay’ın eserinde rastlıyoruz. Ancak Besim Atalay’dan çok daha önce Sultan Abdulaziz ve 2.Abdulhamid dönemlerinde yayınlanmış Mer’aş Salnâmeleri ve yine 2.Abdulhamid döneminde basılmış izahlı coğrafya lügâtlerinde dağın isminin çok sarih bir şekilde “Ahur Dağı” şeklinde olduğunu görüyoruz.

            Doç. Dr. Said ÖZTÜRK’ün titiz bir çalışmanın neticesinde yayınlanan “Osmanlı Salnâmelerinde Maraş Sancağı I-II” adlı 1867-1908 yılları arasını kapsayan resmi devlet salnamelerinin hem çevirilerinde, hem de eserin Osmanlıca aslından örnekler konulmuş nüshalarında dağın ismi “elif-hı-vav-ra” şeklinde “Ahur Dağı” şeklinde yazılmıştır. (bkz. Osmanlı Salnâmelerinde Maraş Sancağı, c.1, s.112, c.2, s.631, 791)

            Yine Ali Tevfik tarafından yazılmış “Memâlik-i Osmaniye Coğrafyası”nın 3.cildinin 1308 (1892-93) tarihli baskısının 298. sahifesinde; “Mer’aş Kasabası-makarr-ı vilayetin semt-i şimâlîsinde ve Fırat Nehrine yüz kilometre mesafede ve Ahur Dağı’nın cenûb eteğinde mebni…..”  Ahur Dağı şeklinde;

            Ali Saib’in; Coğrafya-yı Mufassal-Memâlik-i Devlet-i Osmaniye” adlı 1304 (1888-89) baskılı eserin 475. sahifesinde; “ Mer’aş-Sancağı-Merkez liva olan Mer’aş şehri Ahur Dağı’nın cenûbî eteğinde……”  Ahur Dağı şeklinde;

            Kamûs-i Türkî müellifi Şemseddin Sami’nin; Kamûs’ul-âlâm adlı 1316 (1900-1901) baskılı eserin 6.cildinde; “Mer’aş-Haleb vilayetinde ve Haleb’in 154 kilometre şimâl-i garbîsinde olarak Ahur Dağı’nın eteğinde………” ve yine aynı eserde “…… ve Ahur Dağı bu silsileye merbut olarak” Ahur Dağı şeklinde;

            2.Abdulhamid dönemine ait Halep Vilayeti Tarihi adlı eserin 193. Sahifesinde; “Merkez livâ olan Mer’aş şehri Ahur Dağı’nın eteğinde……” Ahur Dağı şeklinde yazılmaktadır.

            Netice olarak; ulaşabildiğimiz ve Osmanlı Devleti’nin son yarım asrını içeren birçok kaynakta “Ahur Dağı” şeklinde geçen ve Türkçeleşmiş hâliyle “Ahır Dağı” şeklinde aslî anlamıyla yazılıp ifade edilen kavram, dağın Türkler arasında kadimden beri var olan ismidir. Maraş’la ilgili yazılmış diğer eski eser ve arşiv belgelerinin de bu ifadeyi doğrulayacağı aşikârdır. Bu sebeple Besim Atalay’ın Osmanlı’nın son yıllarında yazılmış eserindeki ifade daha eski çok sayıda kaynakla çelişmektedir. Daha yeninin daha eski ve tevâtür üzerine kabul görmeyeceği de ilmî bir hakikattir.

            Ahur/Ahır Dağı isminin verilme sebebi ise malum bir hakikattir. Çok geniş hayvan sürülerine sahip Dulkadırlı Türkmenleri için bu dağ; koyun ve keçi sürülerinin yoğun bir şekilde yayılıp beslendiği ve barındığı, hatta zorlu kış şartlarında eteklerindeki müsait hayvan damlarında barındırıldığı hayvan ahırları sebebiyle bu isimle anılmıştır.

            Her millet yaşadığı coğrafyayı kendine ait isimlerle isimlendirir veya isimlerini kendi söylemlerine dönüştürür. Ahur/Ahır Dağı da en azından Dulkadırlı Türkmenlerinden itibaren bu dağa verilen isim olmuştur. Daha önce farklı medeniyetler ve milletler zamanında bu dağa farklı isimlerin verildiği muhakkaktır. Şir Dağı, Şar Dağı, Aşir Dağı, Hititler döneminde farklı isimler gibi… Bunlar zaten tarihi-kültürel süreçlerdir. Ancak farklı medeniyet dönemlerine ait isimleri kendi tarihi asırları haricinde kullanmanın millî bir duruşu yoktur. Zaten böyle bir an’anemiz de yoktur. İstisnaî durumlar hariç… Küçük bir misâl verecek olursak, Macaristan yaklaşık 160 yıl elimizde kalmış, merkezi olan Buda-Peşte’ye “Budin” adını vermişiz. Osmanlı literatüründe bir Buda-Peşte Beylerbeyliği yoktur, ama Budin Beylerbeyliği vardır. Avusturyalılar da buraya “Ofen” ismini vermişlerdi. Macarlar için burası hep Buda-Peşte idi ve öyle kaldı. Misâlleri saymakla tüketemeyiz.

            Ahir Dağı söyleminde ısrarcı olan anlayışa ecdad adına şu soruyu sormadan edemeyeceğiz. Acaba Dulkadırlı Zeyneddin Karaca, Şahsuvar, Süleyman, Alauddevle Bozkurt Beyler mi Ahir Dağı tabirini kullandılar? Osmanlı dönemi idarecileri mi dediler? Yoksa İstiklâl Harbi’nde Maraş’ı kahraman yapan Arslan Beyler, Şeyh Ali Sezai Efendiler, Hafız Ali Efendiler, Şehit Evliya Efendiler, Medineli Abdullah Çavuşlar, Mıllış Nuriler ve daha nice isimli isimsiz şehid-gazi ecdad mı böyle bir isim kullandılar? Eğer bu iddianın bir belgesi var ise tüm Kahramanmaraşlının bundan istifade etmesi hakkıdır. Yoksa,  mesnedsiz bir söylemde ısrar etmenin ve kulaktan duyma bilgilerle hareket etmenin anlamı nedir?

Netice olarak tarihî-kültürel varlığımız sürecinde geçmişten günümüze gelen Ahur/Ahır Dağı söylemi, inşallah bu günden yarına da aynı şekilde gidecek ve literatürdeki yerini muhafaza edecektir.   

İbrahim KANADIKIRIK