Yakın bir zamandan beri asırlardır sırtımızı yaslayıp, eteklerinde barındığımız Ahur/Ahır Dağı’mızın ismine yönelik bir kısım ağızlarda yeni bir ifade tarzı karşımıza çıkmaktadır. Ahir Dağı!...

             Mevzu lehte ve aleyhte çeşitli tartışma ve yazılara sebep olmaktadır. Konu; tarih-dil-kültür bağlamında ismin köklerine ait literatür üzerinden yaklaşımı zorunlu kılmaktadır. Aslında Maraş’ın ve Maraşlının öteden beri böyle bir sorunu mevcut değildi. Son yıllara kadar Maraşlının “Ahir Dağı” şeklinde bir telaffuz ve yaklaşımı yoktu. Bir Maraşlı ve Maraş’ın çocuğu olarak büyüklerimizin ağzından böyle bir telaffuz işitmedik. Böyle bir tartışmaya şahit olmadık. Hatta çocukluğumuzda bir zamanlar bu dağda geyikler de yaşadığı için “Âhû Dağı” dendiğini de işitmiş, ancak Ahir yaklaşımıyla karşılaşmamıştık. Maraş halkı bu sevgili dağını; “neslen bâde neslühû tevâtüren” (nesilden nesile halk arasında yaygın olduğu şekilde) Ahur/Ahır Dağı şeklinde telaffuz etmiştir.

            Peki kimler ve neden böyle bir ifade tarzına ihtiyaç duyarak kafa karışıklığına yol açtılar? Tarihi kaynaklarda mı hatalı yazılıydı, yoksa ahali mi yanlış bir tevatür ifadeyi kullanıyordu, ya da meselenin aslı yeni mi keşfedilmişti? Soruya kimler açısından değil, neden veçhesinden cevap arayacağız.

            Ahir Dağı diyenler meseleye iki hatt-ı hareket tarzıyla yaklaşmaktalar. Birincisi filolojik bir gerekçe ile;

Maraş Müslüman Araplar tarafından fethedildiğinde ulaşılan son nokta, son dağ olduğu için Ahir Dağ denilmiştir. Veya yine Toros dağ silsilesinin doğudaki son dağı olduğundan, son dağ anlamında bu isim kullanılmıştır.”

            Bu düşünce kendi mantığı içinde akla yatkın görülebilir. Ancak dikkatle analiz edildiğinde durumun öyle olmadığı görülür. Maraş 637’de Müslümanlar tarafından fethedilmekle birlikte Anadolu’nun güneyindeki fetihler ve ileri harekatlar aslında 9.yy.ın ortalarına kadar devam etmiş, karşılıklı ileri gidiş ve geri çekilişler yaşanmıştır. Abbasiler zamanında (Harun Reşid 786-809) bölgede kurulan ve Avasım adı verilen sınırdaki ordugâh şehirler Maraş’ın daha doğusuna Malatya hattının doğusuna kadar uzanmaktaydı. Hatta Orta Anadolu hattının ilerisine kadar Abbasi orduları zafer yürüyüşleri yapmışlardı. Halife Mutasım’ın (833-842) Ankara-Eskişehir yöresinde bir Bizans ordusunu mağlup ettiği tarihi kayıtlarda mevcuttur. Ahur/Ahır Dağı’nın gerisinde kuzeye ve doğuya doğru nice dağların olduğunu göz önüne aldığımızda ulaşılan son dağ ifadesi zorlama bir durumdur.

            Ayrıca erken İslamî dönem fetihleri içerisinde, günümüzün fiziki coğrafya tanımına ait Torosların veya Amanosların son silsilesi şeklinde tanımlama yapmanın imkânsızlığı ortadadır. 7-9. asırlar içerinde jeolojik tanımlamalar ve sınır belirlemelerinden keskin çizgilerle bahsetmek imkânsızdır. Zaten buradan Kuzeye ve Doğu Anadolu’ya doğru yükselerek artan dağlar basit bir fiziki coğrafya haritasına baktığınızda açıkça görülür.

Bu minvâlde “Ahir Dağ” tanımlaması zorlama bir tanımdan ibarettir. Yine de dönemin Arap tarihçi ve coğrafyacılarının eserlerinde eğer bir Ahir Dağ tanımlaması mevcut ise, bunun akademik olarak kabul göreceği bir tarzda kaynağıyla tanımlanması ve bu dağın Maraş’ın sırtını yasladığı Ahur/Ahır Dağı olup olmadığının saptanması ilmî bir yaklaşımın neticesi olacaktır. Bu düşünceyi savunanların kaynaklarını “bazı Arap kaynaklarında…” şeklinde muğlak bir ifade ile değil, bizzat kaynağı kaynakça yöntemiyle ortaya koymalıdırlar. İlk dönem Müslüman Arap Fetihlerini anlatan en meşhur ve mühim kaynaklardan olan Belâzurî’nin “Fütûh’ul Büldân” adlı eseri (Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1987 baskısı) tamamen taranıp, Maraş bölgesi fetih ve askeri faaliyetleri incelendiğinde Ahır Dağı ile ilgili herhangi bir kaydın olmadığı görülür. Ya diğer eserler?

Bütün bunlara rağmen yine de bazı Arap literatüründe burası gerçekten Ahir Dağı şeklinde geçiyorsa bile(!), 10 asra yakın zamandır kısa aralıklar haricinde (Kısa süreli Haçlı, Bizans, Ermeni dönemleri) sayısız şehit ve gazi ile bedeller ödenerek Türk yurdu olan ve ecdadın Ahur/Ahır Dağı şeklinde telaffuz edip, yazılı kaynaklara geçirdiği bu dağın ismini değiştirmek hangi akla hizmettir?

            İkinci gerekçe ise tirajı-komik bir yaklaşımdır. Buna göre;

 “Ahur/Ahır ismi hayvanlarla ilgili bir terim olduğu için kulağa ve göze çirkin görünmekte, bu nedenle” son dağ” anlamında Ahir Dağı kullanılmalıdır.”

Yeni tarz bir dil ve kültür mühendisliği olsa gerek. Civciv misâli “çıktığı yumurtanın kabuğunu beğenmemek” tarzında bir gariplik… Dil Devrimi döneminde Türkçe’yi Arapça-Farsça kelimelerden kurtarma çabası içerisinde Farsça “çetal” yerine öz-Türkçe (!) “batırgaç” gibi sunî kelimelerle karşılaşmıştık, ama kelimeyi çirkin bularak değiştirme kaygısı sanırım görülmemişti. Dilin ve dile ait terimlerin kendi doğal süreci içinde ahenkli bir tarzda geliştiği cümlemizin malûmudur. Zaman içerisinde oluşmuş ve kullanılmış kavramlara dil mühendisliği yapmak her halde sadece bizde görülmüş bir redd-i mirastır. Üstelik yoğun bir Türkmen bölgesi olan Maraş; hayvan ve hayvancılık ürünlerine ait her türlü üretim-tüketim ekonomisinin şehir dışına taşan merkezlerinden biriydi. Hayvan barınaklarını ifade eden “ahır” tanımlaması burada da kendi tabiatı içerisinde kullanılmıştır. Osmanlı sarayında hayvanlarla ilgili bölüm “has ahırlar”, buranın baş sorumlusu “mirahur” şeklinde tanımlanırken, herhalde devrin insanının aklına saraya ait bir bölüme böyle çirkin bir isim verilir mi, sorusu gelmemişti. Bırakalım dağa, şehrimizde evlerin hayvan beslenen alt katlarına bile “ahır” denilmesinden kimse gocunmamıştı. Hatta hayvan beslenmese de, alt kattaki malzeme depolanan odalara bile ahır denilmesi şehrimizde yaygın bir kullanımdı.

Hasıl-ı kelâm “Ahir Dağı” zorlama ve uyduruk bir tanımlamadan ibaret olup, sorumsuzca ve neticesi düşünülmeden bu uyduruk koroya katılarak ifadelerde ve yazılarda kullanmak bu şehrin tarihine ve kültürüne yönelik bir mühendislik projesine katkı sağlamaktır.

Peki, bütün bu reddiyelerden sonra Ahur/Ahır Dağı tanımlamasının ilmi delilleri nelerdir? Bu sorunun cevabı yazımızın ikinci kısmını oluşturmaktadır.